Tarihte seçimle (!) tahta oturan ilk Neo-Padişahın 1 nolu KHK fermanıyla 95 yıllık rejim değişti, bundan böyle fermanlarla yönetilen bir memleketteyiz.

Ferman padişahınsa ey dost fiili demokrasi bizimdir!

Karanlık bastırıyor. Gözümüzü mecbur karanlığa alıştıracağız, önümüzü görmek için, ama kesinlikle karanlığa alışmayacağız, kabul etmeyeceğiz. Bir süre sonra karanlıkta da görülür ve el yordamıyla da Yol bulunur.

Bugün Partili Cumhurbaşkanı ‘tarafsızlık’ yemini edecek. Bu anormal durum memleketin normali artık. Türkiye normalleşti! Normal nedir? Olağandır. Aslında olup biten nedir? Olağandışıdır, anormaldir. Demek ki Türkiye normalleşemez! Olağanüstü Hal yerine olağandışı - normal dışı bir rejim Cumhurbaşkanı’nın keyfine göre yayınlayacağı fermanlarla yönetilecektir. İyi de “Gel keyfim gel” diyebilecek mi? Keyif kaçıracak o kadar fazla sorunlara gebe ki yakın gelecek. Her şeyden önce toplumun yarısını hâlâ teslim alamadığını biliyor. Tek başına bu bile yeter.

Parlamenter rejim seçim (!) yoluyla ‘tebdil (değiştirme), tağyir (başkalaştırma) ve ilga (varlığını ortadan kaldırma)’ edildi işte. 12 Eylül faşizminde bu kelimelerle söylenen suçlamayla devrimciler ünlü 146. maddenin idam cezasıyla yargılanırdı.

O dönem bir kısmı zaten sıkıyönetimle yaşayan ülkede yapılan 12 Eylül darbesinin hemen sonrasında açık faşizm bir süre sanki tüm Türkiye sathına yayılmış bir sıkıyönetimmiş gibi algılandı ve en büyük hata da buydu. Şimdiki de sadece ‘süreklileşmiş bir OHAL durumu’ diye algılanırsa ve öyle tepki verilirse işler daha berbatlaşır. Sol muhalefet artık sürekli bir OHAL ile değil FARKLI bir rejimle karşı karşıya olduğunu ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını idrak etmeli. Buna uygun mücadele biçimleri ve örgütlenmeler şarttır.

Muhalefet cenahında dipten gelen dalga etkisi açığa çıkmasa da (kendiliğinden değil, durdurulamaz güç vb olarak) bir stihiinyi ve öfke enerjisi birikimi olduğu kesin. Ama yeni rejimde muhalefet açısından ilk engeller ne yazık ki kendi bünyesinden konuluyor. CHP Sözcüsü açıkladı: “Bizim mahalle’ye hitap eden dili terk edecek, karşı mahalle’ye hitap eden bir dil ve çalışma yöntemi benimseyeceğiz.” Siyasi İslamcıları onların argümanlarıyla yeneceğini düşünen bir zavallılık devam ediyor yani. Emekçi zemininden vazgeçtiler, şimdi laiklik ve Aydınlanma zeminlerinden de tüyüyorlar.
Bu arada aslında kendi başına iddiası kalmayan bazı sol çevrelerin HDP şemsiyesi altına girmeleri olumlu bir gelişme bile sayılabilir. Böylece sol hareket moral bozucu şekilde çok parçalı ve dağınık olmaktan nispeten kurtuluyor ve Haziranlaşarak çoğalacak olan devrimci birleşik muhalefet hareketi için daha inandırıcı bir zemin yeniden oluşuyor.

Elbette sosyalistler ezilenlerle ve dolayısıyla ezilen Kürt halkıyla birlikte olmadığında zaten sosyalist olamazlar; ama bu başka bir şeydir, Kürt siyasi örgütlenmesi çatısı altına girmek başka bir şeydir. Kaldı ki Kürt siyasi örgütlenmesi Türkiye partisi olmak yerine Ortadoğu bağlamında emperyalizme karşıtlık bakımından (ABD lehine) epey makas açmış durumdadır. HDP’nin mecburi Kürt eksenine ve Ortadoğu çizgisine tabi olmayan sol çevrelerin oluşturacağı birleşik halk muhalefeti yolunda yürümekten başka çare yoktur. Ve bu yolda yürürken elbette faşizme karşı yine CHP ve HDP kitlesiyle yoldaşlıktan başka da çare yoktur.

Çare, dokunulmazlığı kaldırılıp cezaevine gönderilebilecek milletvekilleri için yapılan bir genel seçimden sonra bu kez kayyum belediyelerine devretmek üzere yerel seçimlere hazırlıkla sınırlı olabilir mi? Hayır, çare yeni muhalefet döneminde muhalefeti sınırlamamak, çözüm alanını genişletmektir. Yeni rejimde kuvvetler ayrılığı ilkesi iptal olmuş! Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki kuvvetler ayrılığı, son çözümlemede, sistem içindeki kuvvetler ayrılığından daha fazla belirleyicidir. Bizi yenecek tek güç ise eylemsizliktir!

Peki, neyi bekleyeceğiz? Godot’yu mu? Bilirsiniz, ‘Godot’yu Beklerken’, Samuel Beckett’ın ünlü bir tiyatro eseridir. Konusunu Wikipedia şöyle özetliyor: Eylemsizliklerine yenilmiş insanlar, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya ‘şeyi’ beklemektedirler. Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları Vladimir ve Estragon, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışır. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek işlevini yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar. Oyunun çoğunda Estragon otururken ve hatta uyuklarken Vladimir ayakta durur.

Estragon uyuşuk, Vladimir ise huysuzdur. Vladimir gökyüzüne bakar, derin bir şekilde filozofik konuları düşünür. Uyuşuk Estragon ise zihnini ne yiyeceğiyle veya hareketlerini nasıl kolaylaştıracağıyla meşgul etmektedir. Estragon sürekli unutur, Vladimir ise hatırlatır. Aralarında zaman geçirip dururlar.

Unutmak veya hatırlamakla yetinip bekleyerek bir çembere, onların tanımladıkları sorun alanlarına hapsolmak çok kötü. Oysa sömürülen sınıfların olduğu her yerde, sistemin çemberini kıracak bir devrim sürekli mayalanır. Hep söylemişimdir, “Devrim! Hemen şimdi” sözü bu mayalanmayı anlatır. Ve her zaman olduğu gibi bugün de devrimcilik, devrimin hemen olmayacağını bile bile “devrim hemen şimdi” diyebilmektir. İnanın ki, devrimcilik bu yüzden ‘iyi, güzel ve ahlaki’ bir tercihtir.