Yazım uzun olması nedeniyle üç bölüm halinde sizlerle paylaşacağım. Geçmişte yapmış olduğum bu çalışmamı yeniden gündeme getirme gerekçem, farklı zaman aralıklarıyla okur maillerinden aldığım belgesel fotoğraf soruları. Bilgi yazısı yazmaktansa çalışmamı örnekleyerek anlatmanın daha verimli olacağını düşündüm. (Bu yazı N. Gamze Toksoy'un yayına hazırladığı Kalkedon Yayınları'ndan çıkan "Bellek izleri-Kurgudan Kurama Görüntüler" adlı kitapta yayınlanmıştı).

2000-2004 yılları arasında Gökçeada’ya ilişkin (İmbros) yaptığım araştırmalar ve bunların uzantısı olan fotoğraflar aracılığıyla ada halkına ve kültürlerine ait izler aradım. Elbette adayı fotoğraflayan ilk kişi ben değildim. Fotoğrafçıların adaya olan yoğun ilgisi 1990’lı yılların başlarına kadar uzanıyor. Son yıllarda sinemacıların da ilgisini çeken adanın, mevcut coğrafik yapısının sunduğu görsel olanakların da etkisiyle, görüntü üretenler tarafından ne yazık ki en fazla set/plato özelliğinin kullanıldığını fark ettim. Buna karşın, adayla ilgili sosyal ya da siyasal konuları da kapsayan fotoğraflama çalışmaları ile belgesel/kurgusal filmlerin yetersiz olduğunu biliyordum. Çalışmaya başladığım yıl, yaptığım araştırmalarda herhangi bir yazılı ya da görsel kaynağa da ulaşamamıştım. Adanın yaşanmış ve halen yaşanmakta olan acılarını bilen ya da süreç içerisinde öğrenen görüntü üreticileri ne yazık ki, sorunu siyasal yönüyle gündeme taşıyacak nitelikte çalışmalar yapmaktan anlaşılan imtina etmişlerdi.

Resmi söylem adadaki göçü mübadele antlaşmalarına dayandırıyordu, yani Türkiye'de yaşayan Rum nüfus ile Yunanistan'da yaşayan Türk nüfusun göçünü zorunlu kılan 1923 yılında imzalanmış Lozan Antlaşması'na. Ancak aynı antlaşma Gökçeada (İmbros), Bozcaada (Thenedos) ve İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin mübadele dışı tutulduğunu da belirtiyor. Bu bilgiler ışığında, adada yaşanan göçün nedenleri hakkında araştırma yapmanın gerekli olduğunu düşündüm. Dolayısıyla hâkim söylemin baktığı yeri sarsacak, coğrafi güzelliklerin ötesine geçen ve orada en azından bir zamanlar var olmuş yaşamı hatırlatacak, görünür kılacak nitelikte bir çalışma yapma düşüncesiyle yola çıktım.

Çalışmamın başlangıcında sözlü tarih anlatılarından, resmi kayıtlardan ve kişisel belgelerden edindiğim bilgileri öncelikli olarak yazılı bir metne dönüştürdüm. Bu doğrultuda adadaki göçü mübadele diye anlatan resmi dilin aksini söyleyen Lozan Antlaşması'ndan, 1930 yılında imzalanan Ankara Antlaşması'ndan ve tarım üretme çiftlikleri yapılacak gerekçesiyle Rumlara ait gayrimenkul ve arsaların kamulaştırıldığını gösteren belediye tapu kayıtlarından yararlandım. Doğrusu, İmbros ile ilgili ön araştırmalarım bilgilere dönüştükten sonra genel estetik kaygıları tali plana iterek, metni destekleyici bir unsur olarak görsel verileri üretmeye ve toplamaya başlamıştım. Yani belgesel bir kayıt tutmaya…

Bu bağlamda denilebilir ki, ‘Gökçeada’ belgeselinde gördüğümüz fotoğraflarda adaya ve adada yaşayan Rumlara dair -‘seçici göz’ün olabileceği kadar- doğrudan bir bakış açısı yakalanmaya çalıştım. Bu bakış, ‘öteki’ni göstermek adına Batılı gözün ‘numuneleştirdiği’ türden imgeler olmaktan kaçıyor. ‘Öteki’ kavramını popüler medyada olduğu gibi ırkçı veya bir başka tarza dönüştürebilecek görüntülerle arasına mesafe koyuyor. Yıkık evlerin görüntülerine başka anlamlar yüklemek oldukça güç çünkü yazılı metinde anlatılan nedensellikler, evlerin viran olmalarının sebepleri hakkında izleyenlerin farklı yorumlara gitmelerini engellemeye çalışıyor. Bunlar bir deprem ya da savaşın yıkımı değil. Terk edilmişliğin, insansızlığın görüntüleri. Yıkımın şiddetinin görsel olarak desteklenmesi, kafalarda oluşan imajı nesnelleştiriyor. Fotoğraflar, alışılagelmiş kodlara uzak bir mesafede durmaya çalışarak, Batılı olmayana dair gelenekselleşmiş görsel temsillerin sorgusunu da taşıyorlar.
Devam edecek...