Gökdelenler, 1980 sonrası neoliberalizmin kente bir yansıması olarak gündeme geldi. İstanbul’daki 121 gökdelenin 117’si AKP döneminde inşa edildi. Gökdelenlerle birlikte ortaya çıkan korkunç ‘betondan tablo’, şehri yaşanmaz hale getirdi

Gökdelenler yandaşların güç gösterisi haline geldi

UĞUR ŞAHİN
ugursahin@birgun.net

İstanbul çok uzun bir süredir rant odaklı kentleşme politikalarının kıskancında. AKP, yurttaşların ihtiyaç duyduğu en küçük yeşil alana göz koymuş durumda. AKP’yle birlikte “hız kazanan” inşaat faaliyetleri sonrası, İslamcıların “Mülk Allah’ındır” söylemi, yerini “Mülk yandaşındır”a bıraktı. Saray’da düzenlenen Şehircilik Şûrası’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 yıldır iktidarda olan kendisi değilmiş gibi, “Ben dikey mimariden yana değilim. Ben yatay mimariden yanayım. İnsan, topraktan uzak değil; toprağa yakın olarak yaşamalıdır. Böyle düşünüyorum. Bugünün Türkiye’si, böyle bir çirkinliği, böyle bir nobranlığı asla hak etmiyor” demişti.

Dünyada 24’üncü Avrupa’da birinci

Kimine göre, bu sözler bir ‘günah çıkarma’ydı. Ancak durum, bu kadar basite indirgenmemeli çünkü İstanbul’un silüetine en büyük zarar, bizzat AKP eliyle son 15 yılda verildi. İnşaat veri tabanı konusunda dünyanın sayılı araştırma şirketlerinden biri olarak görülen Emporis’e göre, yapımı tamamlanmış olan gökdelenler hesaba katıldığında İstanbul dünyada en fazla gökdelene sahip 24'üncü şehir. Mega projelerle İstanbul’un ilk 15’te yer alacağı sık sık dillendiriliyor, yandaş medyaya servis ediliyor. Ancak burada altını çizmek gerekiyor: Yine Emporis’e göre İstanbul, Avrupa’nın ‘en uzun şehri’ seçildi. Öyle ki, 15 yıllık AKP iktidarında İstanbul’da tam 83* kilometrelik dikey inşaat yapıldı. İnşa edilen bin 75 adet ’47 metre veya daha uzun’ bina, şehrin silüetini değiştirdi. Ortalama uzunluğu 77 metre olan bin 75 bina, İstanbul’u kimliksizleştirdi. Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na başladığı 1994 yılında, şehirdeki gökdelen sayısı dörttü. İstanbul’daki 121 gökdelenin 117’si ise AKP döneminde inşa edildi. 2007’de çoğalmaya başlayan ‘dikey mimari’ örneklerine, 2013 yılında tam 158 yeni bina eklendi. Böylelikle, AKP öncesi 3 bin 218 metre olan gökdelen uzunluğu, AKP sonrası 15 bin 341 metreye ulaştı. Gökdelenlerin inşa bölgesi Avrupa Yakası’nda Gayrettepe ile Maslak arasındaki Büyükdere Caddesi ve Bomonti, Anadolu Yakası’nda ise Kozyatağı. Gökdelenlerle birlikte ortaya çıkan korkunç betondan tablo şehri yaşanmaz hale getirdi. AKP’nin ‘inşaat temelli bir ekonomik girişimciliği’ esas aldığı biliniyor. Ancak inşaat hırsının ilerleyen yıllarda çeşitli sonuçları olacak.

Belediye başkanının haberi olmadan yapılamaz

İnşaat yatırımlarında en çok, hukuksuz bir şekilde yapılan imar planı değişikliğine başvuruluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclis’inin CHP‘li üyesi Hüseyin Sağ’la, imar değişikliğinde işleyen ‘hızlı’ süreci konuşuyoruz. Sağ, “Belediye başkanının haberi olmadan bunların hiçbiri yapılamaz” diye başlıyor sözlerine. Sağ’a göre, AKP Türkiye’sinde gökdelen dikmek, zenginliğin kısa yolu haline geldi. Sağ, AKP’li İBB’nin planlama ilkelerine dikkat etmediğinin altını çiziyor ve ekliyor: “Ben yaptım oldu, zihniyetiyle İstanbul’u yönetiyorlar. Keşke eleştirilere kulak verselerdi de, bu kent çökmesiydi.”

‘Birileri’ zengin ediliyor

Sağ, imar değişikliğinde işleyen süreci, şu sözlerle anlatıyor: “Yandaşların şehir plancıları, yeni bir plan hazırlayarak, Büyükşehir Planlama Müdürlüğü’ne başvuruyor. Sonrasında Meclis’e gönderiliyor. Önce Meclis’in İmar ve Bayındırlık Komisyonu’na geliyor. Ardından da Planlama Müdürlüğü bir rapor hazırlıyor. Fakat İmar Komisyonu bu raporların hiçbirini zaten umursamaz. Sonra değişiklik teklifi Meclis’e gelir ve oylanır. AKP’liler çoğunlukta olduğu için kabul edilir. Değişikliğin ardından karar ilçe belediyelerine gönderilir. Ancak İBB’nin kararına rağmen, ilçe belediyesi karara direnir ise iş farklı bir boyuta gelebilir. Bir kamuoyu oluşursa, ilçe belediyesine rağmen uygulama yapılması zordur.” Sağ, sözlerini şöyle noktalıyor: “İmar şartlarını değiştirilerek, yandaşlara gökdelen yaptırılıyor. Parsel bazında plan değişiklikleriyle ‘birileri’ zengin ediliyor. Olumsuz kurum görüşleri dinlenmiyor. Nedeni ise AKP’nin dikey mimari sevdası.”

Kente yabancılaşmanın bir aracı haline geldi

“Gökdelenler, sermayenin güç gösterisi haline geldi” Bu sözler Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu’nun. Muhcu, gökdelenlerin 1980 sonrasındaki neoliberal politikaların kente bir yansıması olarak gündeme geldiğinin altını çizerek, ilk gökdelen ‘deneyiminin’ Özal tarafından ayrıcalıklı imar hakları verilerek yapıldığını hatırlatıyor. Muhcu’ya göre, AKP son 15 yıl içerisinde, AVM ve rezidans fonksiyonlarından oluşan gökdelenleri bir kentleşme anlayışı olarak İstanbul’a dayattı. Muhcu, “Her gökdelen bulunduğu bölgede, kentin dokusunu ve silüetini bozan nitelikler taşıdı” diyor ve ekliyor: “Gökdelenler, doğaya, insana kente yabancılaşmanın bir aracı olarak inşa edildi. Ve bu süreç içerisinde İstanbul’a 200’ün üzerinde gökdelen inşa edildi. Dünyanın en önemli tarihi kentlerinden biri olan İstanbul’un silüeti bozuldu. Elbette gökdelenler, yapana büyük rant sağladı. Ancak daha sonra da ekonominin sırtında bir yük haline geldi. Şu anda İstanbul’daki gökdelenlerin doluluk oranı yüzde 50’nin altındadır. Bu ciddi bir kullanım eksikliğidir.”

Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, İstanbul’da inşa edilen gökdelenlerin büyük bir çoğunluğunun yandaş sermaye gruplarına ait olduğunu vurguluyor. Muhcu’ya göre, inşa edilen gökdelenlerle birlikte, yandaşlar ‘büyük bir servet’ sağladı. Muhcu, “Bu dönem bankalarını, fabrikalarını kapatıp gökdelen yapan işadamlarını görüyoruz” diyor ve devam ediyor: “Üretim ekonomisinden, rant ve tüketim ekonomisine geçildiğini gökdelenler üzerinden görmek mümkündür.”

Yatay mimari sözü, toplumsal tepkiyi azaltmak içindi

Muhcu, İstanbul’un ‘gökdelen tarlası’ haline gelmesi karşı yurttaşların ciddi bir tepkisinin olduğunu söylüyor. Erdoğan’ın, “Ben yatay mimariden yanayım” sözleri için, “Bu duyarlılığı ortadan kaldırmak için öyle dedi” yorumunu yapan Muhcu, şöyle devam ediyor: “Erdoğan, kendisinin izin verdiği, Zeytinburnu sahilinde, tarihi yarımadayı ve İstanbul’un siluetini olumsuz etkileyen 16/9’un traşlanacağını vaat etti. Ancak bu sadece söylemde kaldı. 16/9 hakkında açık bir yargı kararı olmasına rağmen, yıkım gerçekleşmedi. Erdoğan’ın ve dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘yatay mimari’ sözü, toplumsal tepkiyi azaltmak içindi.”

Eyüp Muhcu, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Çağdaş şehircilik anlayışında, bugün kapitalizmin temsilcisi olan Almanya ve Fransa gibi ülkelerde dahil, yüksek yapılar çok sınırlı. Üstelik bunların kente simgesel katkıları var. Bu gelişmiş ülkelerde; kente ve doğaya meydan okuyan yüksek gökdelenler yapılması mümkün değil. Buna karşın bizim ülkemizde, bütün gökdelenler özel ve yandaş sermaye gruplarına ait. Hiçbiri kamusal niteliğe sahip değil. Ve kentin simgesi olması bir yana, kentin var olan simgelerini bozan niteliklere sahiptir.

İstanbul Kent Savunması’ndan Bağımsız Araştırmacı Cihan Uzunçarşılı Baysal’a konuya ilişkin düşüncelerini soruyorum. Baysal yanıtlıyor: “İstanbul, sadece çevresine yayılıp çevreyi yutarak büyümüyor.1989 yılında ilk gökdeleniyle tanıştığından bu yana dikey de büyüyor; öyle ki, kentin tarihi silueti yüksek katlılarca delik deşik. Gökdelenler ve gökdelenli yaşam, ülkenin diğer kentlerine de virüs misali yayılıyor. Gökdelenler bugünün kentleri için kimlik vazifesi görüyor. Kentler kendilerini markalaştıracak gökdelenler inşa ettikçe dünyanın en yüksek gökdeleni de devamlı mekan değiştiriyor. Yüksek katlı binalar, konut, AVM, otel, plaza olarak kullanıldıkları gibi çok fonksiyonlu da olabiliyor. Yüksek katlıların rüzgarları kesmeleri, ısı adası etkileri, enerji sarfiyatları, kuşların yaşam alanlarına tecavüzleri gibi çevresel etkilerinin yanı sıra hepimizin hakkı olan kentsel kamusal alanları işgal ederek özelleştirmeleri de tartışmalı yönleri. Öte yandan, dikey kentleşme dediğimizde salt gökdelenleri değil; dronlardan, gözetleme ve denetleme aygıtlarına, google earth’den google haritalara hatta yerin altına maden ve taş ocaklarına kadar uzanan bir dikeylikten bahsediyoruz.”

Baysal şöyle devam ediyor: “Avrupa’nın en yüksek binası Sapphire, zamanın Başbakanı Erdoğan tarafından, ‘İstanbul’u dünya şehri yapma hedefine, bu şekilde hizmete giren her eserle biraz daha yaklaşıldığı’ cümlesiyle açıldı. Kentsel kamusal alana çöreklenen bina, emsalin 2.5 olduğu bölgede, yandaş Kiler Holding’e ayrıcalıklı imar hakları sağlanarak yükseldi, 1 milyar avro civarı ek kazanç getirdi. Umulan ilgiyi göremeyen Sapphire, çevreyi tahrip etmiş, halkın kent hakkına el atmış bir ‘Beyaz Fil’ olarak satışta. En yüksek bina unutuldu; ancak, önemli bir işlev gördü. İstanbul Kent Savunması’ndan Hukukçu Arman Yılmaz’ın altını çizdiği üzere, siyasi iktidar, ne zaman hukuksuz bir uygulamaya başvursa, bunu olağanlaştırmakta, genişletmekte ve böylece gelecekteki hukuksuzlukların da yolunu açmaktadır. Sapphire de Torunlar, Zorlu, Ağaoğlu … bilcümlesinin pusulası olmuştur.”

Distopik kent filmlerinin gerçeğe dönüşme aşamasında mıyız?

“Çağımızda sermayenin çıkarları ve talepleri doğrultusunda yeni baştan dizayn edilen kentlerde şiddetli bir sosyo-mekansal ayrışma yaşanmakta, alt gelir gruplarının mahallelerine el atılarak buralar lüks inşaatlara açılırken yoksul ve emekçiler çeperlere sürülmektedir” diyen Baysal, sözleri şöyle noktalıyor: “Bu yatay ayrışmadır. Kente dikey ölçekten baktığımızda dikey bir ayrışma da görüyoruz. Özellikle Küresel Güney kentlerinde, gözetim aygıtları ve özel güvenlik tarafından sıkı sıkıya korunan lüks gökdelenlere yerleşen varsıllar, kentin yoksul mahallelerine tepelerden bakmakta. Biri, Mumbai’de ki bir konut reklamının belirttiği üzere ‘Tanrı’ya yakınlar’ dünyası iken; diğeri en aşağıdakiler, bu yüzyılın serfleri. Kenti kent yapan niteliklerin yok edildiği gayri insani bir gidişatla karşı karşıyayız. Distopik kent filmlerinin gerçeğe dönüşme aşamasında mıyız? İstanbul ve diğer kentlerde gökdelen yarışına giren yöneticiler, 2 boyutlu haritalardan kafalarını kaldırarak buradan da bakmalılar.”

* http://www.diken.com.tr/istanbul-uzaya-cikti-14-yillik-akp-iktidarinda-83-kilometrelik-dikey-mimari/