Athena grubundan bildiğimiz Gökhan Özoğuz’un başrolünde yer aldığı Kendi Yolumda filmi 25 Kasım’da vizyona giriyor. Özoğuz, “Samimi olduğunuz zaman halkın içerisinde fazlasıyla kucaklanıyorsunuz” diyor.

Gökhan Özoğuz: Bunlar gelip geçici, her şey güzel olacak
Fotoğraf: BirGün

Işıl ÇALIŞKAN

Athena grubu kurucusu Gökhan Özoğuz'un başrolünde yer aldığı 'Kendi Yolumda' isimli filmin vizyon tarihi için geri sayım başladı. “Gökhan Özoğuz Adana’da bir tamirhanede doğsaydı ve yaşamını tamirci çırağı olarak sürdürseydi yine Athena Gökhan olabilir miydi?” sorusu üzerinden şekillenen film izleyiciye kendini gerçekleştirmenin peşinden gitmeyi çarpıcı bir şekilde sorgulatıyor. Yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak’ın oturduğu, Ali Kobanbay’ın senaryosunu yazdığı filmde Gökçe Bahadır, Okan Çabalar, Tuncer Salman, Tamer Levent, Suzan Aksoy, Erkan Can ve Hakan Özoğuz da rol alıyor. Özoğuz ile “Kendi Yolunda” karşılaştıklarını konuştuk. Hazırsanız başlayalım…

Sizi birçok dizi ve film projesinde izledik. Kendi filminizle seyirciyle buluşmak nasıldı?

Kendi rutin akışınızdan çıkıp başka bir dünyaya girmek müthiş bir keyif. Tabii ki zorlukları da var. Senaryonun sertliğiyle alakalı olarak daha da zorlaşabiliyor. Kendi içinizde başka taraflarınızı keşfettiğiniz bir dünya.

Bazen çok ağır dram vardı bazen gülmekten çekemediğimiz bir süreçti. Adana zaten başlı başına bir dünya. Mükemmel bir yer, ben bayılıyorum. 3 sene önce yapıldı. Film Covid geçirdi yani.

Film, “Gökhan Özoğuz Adana’da bir tamirci çırağı olarak doğsaydı neler olurdu” konusunu işliyor. Bir yanıyla da birçok müzik tutkununa umut verici cinsten. Bu konu sizde nasıl duygular uyandırdı?

Filmde bütün karakterlerin gerçeklikleri var. Tüm karakterler kendi hayatlarının gerektirdiği ortamlarda kendi yollarını yaşıyorlar. Müzisyen arkadaşlara umut vermesi belki filmde benim oynamış olduğum karakterle ilgili olabilir. Filmin içerisinde çok farklı noktalar var. Herkesin bu filmi seyrederken kendinden bir şey bulacağını düşünüyoruz. Kendi hayatımızda çok fazla karşılaştığımız olaylardan bezenmiş bir senaryo aslında.

Filmin içerisindeki tüm bireylerin kendi yolları olduğunu ve bu yolların içerisindeki ortamların gerektirdiği kuralların içinde yaşarken kendi hayalini gerçekleştirmekte yılmadan devam etmesi gerektiğinin altını çizen bir film oldu. Yaramaz, çok keyifli, eğlenceli bir yandan da çok değişik damarlara dokunan bir film oldu. Halkın kendi ikliminde ne barınıyorsa onlar var. Çok gerçek bir film oldu.

ÇİÇEKLER AÇTIRABİLİRSİNİZ

Baba figürünün güçlü bir biçimde seyirciye geçtiği bir film olmuş. Filmi kaybettiğiniz babanıza adamışsınız. Nasıl bir baba oğul ilişkiniz vardı?

Babamız bizim arkadaşımız gibiydi. O da gençliğinde müzisyendi, bir eczacı kendisi. Hakan, babam ve ben biz üçümüz beraber büyüdük aslında. Müzisyenlik yolunda babamız bize yargısız, yorumsuz bir destek verdi. Bizim seçimlerimize hep saygı duydu. Bir şeyleri yapmaya kalkıştığımızdaki desteğiyle beraber bizim özümüzde ne varsa ortaya çıkmasını sağladı. Ki bu çok ciddi bir nüans. Anne ve babaların çocuğun nereye yöneliyor olduğunu iyi seyredip onu desteklemesi çok mühim bir olay. Çocuklarını kendi istedikleri gibi yetiştirmeye çalıştığında o kadar çok hayat heba oluyor ki. Gençleri biraz desteklediğinizde, çok başka çiçekler açtırabiliyorsunuz. Sadece ben değil filmde sürpriz olan karakterler var, onların da hayatları öyle yeşeriyor.

Filmde down sendromlu bir oyuncu da var. Birlikte bir projede olmak nasıl bir tecrübeydi?

Çağatay gibi bir kardeşi tanımak benim hayatımda çok acayip şeyler doğurdu. Suphi, Çağatay’ın abisi. Onu her tarafından tutup, öyle bir müzisyenlik, öyle bir hayat bakış ve yaşam formuna getirmiş ki… Kameranın karşısında zorlanılacağını düşündüğümüz durumlarda bile hepimizden üstün bir performans sergiledi. Çağatay geldiği andan itibaren ortama bir hoşluk geliyordu. Varlıklarıyla hayatlarımıza çok değişik anlatımlar sunan kişiler.

Filmi bir de tersinden düşünelim. Müziğin olmadığı bir dünyada nasıl bir Gökhan Özoğuz olurdu?

O zaman başka bir şekilde doğmam gerekiyordu. Çünkü ben sadece müzikle biliyorum kendimi. Bu soruyu düşüncesel olarak bir tarafa atmak zorunda kalacağım çünkü bilmiyorum müzisyen olmasaydım ne olurdu. Zaten o yüzden Ali Kobanbay ve yönetmenimiz Ömer Faruk Sorak da, “Böyle bir karakter öyle bir ortamda büyüseydi yine Athena Gökhan olabilir miydi?” yolundan çıktılar. Aslında kişi ruhu, hayata geliş şekli nasılsa dönüp dolaşıp oradan devam ediyor. Film bunu anlatıyor. İnsanın duygularını, düşüncelerini yansıtırken sadece kendi tutturmak istediği yoldan giderken durumlar, ortamlar, girilen duygular buna çok ciddi bir denge oturtması gerektiğini gösteriyor. Ama illa ben böyleyim kardeşim ben nasılsam bu da öyle olmak zorunda diyorsanız işte böyle 35 yaşına kadar bekliyorsunuz (Gülüyor.) Olmuyor yani.

Kendi Yolumda filmi 25 Kasım’da sinemaseverlerle buluşacak.Kendi Yolumda filmi 25 Kasım’da sinemaseverlerle buluşacak.

Filmin ismi de en çok dinlenen şarkınız “Ben Böyleyim”den yola çıkarak belirlenmiş. Siz aslında müzik tarzınız ve dövmelerinizle 7’den 70’e ulaşabilen birisiniz. Bunun arka planını da dinlemek isteriz.

Çabalayarak kendinizi sevdirmeye çalışırsanız öyle olmuyor. Ben her zaman samimiyetin doğru olduğunu düşünüyorum. Zaten samimi olduğunuz zaman halkın içerisinde fazlasıyla kucaklanıyorsunuz. Bizim memleketimiz, bizim halkımız o kadar değerli, o kadar farklı açılardan bakıp hiç beklemediğiniz şeyleri içinden çekip benimser ki. Ben çocukluğumdan beri hep bunu gördüm. Biz aslında Kemal Sunal dünyasıyla büyüdük. Herkes ona çok komik deyip geçer diye düşünürken aslında biz orada halkçılığın nasıl bir şey olduğunu gördük. Esprili şekilde çok güzel bir dersti o bizler için. Artık bu işleri ufak ufak ele alacak olanlar bizim jenerasyonumuz. Daha geçirgen, daha homojen, daha kişiye has özelliklerin rahatlıkla ortaya çıkabileceği bir dönem. Dijital dünya zaten artık çok başka şeyler sunuyor. Ama ben yine dokunup görüp duymayı birebir yaşadığınız şeylerin daha değerli olduğunu düşünüyorum. Halkın kimi gerçekten sevebileceğine bir tek halk karar veriyor. Orada da asla oyun olmaması gerekiyor.

Son dönemde müzisyenlere yönelik şiddetin artmasını neye bağlıyorsunuz?

Müzisyenlere yönelik şiddet zaten her zaman olduğu kadar var aslında. Bence sosyal medyanın yoğunlaşmasından dolayı çok fazla gözümüzün önüne serilmeye başladı. Bu baştan beri çok büyük bir sorun zaten. Eğlence mekânlarında çalışan arkadaşların kimsenin malı olmadığı ve istediği gibi davranamayacağını bilmesi gerekiyor. Bunlar için çok daha sert yaptırımlar olması gerekiyor.

Son dönemde Twitter paylaşımlarınızın azalması tesadüf mü?

Tesadüf değil. Gerçekten bir şey söylemem gerektiğini düşündüğüm şeyler azaldı. Çünkü birçok şeye inancım çok azaldı.

Neden böyle hissediyorsunuz?

Gerçek olan şeyleri zaten çok fazla söyledik. Bir şeyi çok fazla söylediğinizde bir noktadan sonra duyarsızlaşmaya başlanır ya, bir şeye yaramadığını görürsünüz ya bazı şeylerin… Hep aynı şeyler konuşuluyor, hep aynı sonuçlar alınıyor.

Bir şeyden dolayı yazmıyor değilim. Sadece gerek gördüğüm şeyleri seçerek yazmayı tercih ediyorum. Çünkü anlamsız bir sürü konu dönüyor ortada. Gündem değiştirmek için fuzuli haberler çıkıyor. Onları görmezden geliyorum artık. Ama özellikle istismarla alakalı, hak hukuk adaletle alakalı herhangi bir şeyde kendimi ifade etmekte asla geri durmuyorum. O ortamda istemediğiniz bir düşüncenin ekmeğine yağ sürebiliyorsunuz. Ondan dolayı mümkün olduğunca daha net ve halkın kendi içinde birebir karşılaşmış olduğu durumlarla alakalı fikir beyan etmeyi ve farkındalık yaratmayı çok seviyorum.

***

YASAKLAR GELİP GEÇİCİ

Müzik ve konser yasaklarının ardı arkası kesilmiyor son dönemde. Müzikten ve müzisyenlerden neden bu kadar korkuluyor?

Bilmiyorum ya onu niye öyle yaptılar? Müzisyenler arasında kendini doğru ifade edenler ve etmeyenler var. Onun için yuvarlayamıyorum onu ama bizler her zaman söylemek istediğimizi söyledik, yapmak istediğimizi yaptık. Bazen “Burada konser olmasın” dediler evet. Ama bunlar gelip geçici. Bu konular gelip geçer. Doğru olan, halka doğru yansıyan samimiyeti kaybetmeden birlikte şarkı çalıp söylediğimiz bir ortam konser ortamı. Covid bitti. Artık rahatlıkla konserler yapılmalıdır. Doğru olan bu. Müzisyenler kendilerini doğru bir şekilde ifade edebilmeleri gerektiği için bu işi yapıyorlar. Zaman zaman bir takım şeyler oluyor ama umut ediyorum ki artık yasaklar hiç olmayacak çünkü sanat bunun için var. Güzel olacak.