Birgün gi

Birgün gibi bir gazetenin bir köşesini işgal ediyorsanız, köşenizi polemiklere, anlamsız kavgalara ayırma lüksünüz yok. Zaten kişisel tercihim de bu yönde. Bu köşenin okurları bilirler, kuruluşundan beri yazdığım Birgün'de, bana direkt saldıran bir yazar dışında, basından herhangi biriyle polemiğe girişmiş değilim.

 Ancak Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk'ün 14 Eylül 2005 tarihli yazısında öğretmenlere yönelik ağır ithamları, havada bırakılacak gibi değil. Göktürk, Eğitim-Sen (Göktürk'e göre ''Eğitsen'') Genel Başkanı Alaaddin Dinçer'in bir açıklamasını eleştirirken, öğretmenliği basamaklara ayıran sistemi ''isabetli'' bulduğ unu açıklıyor. Kaleminden fırlayanlar ise öğretmenlerin kalbine isabet ediyor: ''Öğretmenlerimizin profili bu kadar kötüyse, hangi saygınlıktan söz ediyoruz, ya da zaten hak edilmeyen bir saygınlığın daha da düşmesinden neden korkuyoruz?''

 Olaylara bu kadar pragmatik açıdan bakarsanız, kısa yoldan sonuçlara varmanız mümkün elbette. Göktürk bilmiyor olsa gerek, kariyer sisteminde öğretmen okulunu, eğitim enstitüsünü bitirmiş, mesleğinde 25 yılını doldurmuş öğretmenler yok sayılıyor. Yöneticilerden alınan her türlü resmi yazı puan olarak değerlendiriliyor ve kariyeri tartışmalı yöneticilerin iki dudağı arasında kariyer belirlemesi yapılıyor. Göktürk, daha da ileri giderek, ''Her yıl ÖSS'den binlerce öğrenci sıfır çekiyor, binlerce lise birincisi barajı aşamıyor, biz dönüp de öğretmenlerimize, 'Bu ne rezalet, öğretmeyi bilmiyorsanı z orada ne arıyorsunuz' diye sormuyoruz. Asıl sıfır çekenin öğrenciler değil öğretmenler olduğunu göz ardı ediyoruz'' diyor.

 Öğrenciyi 80 kişilik sınıflara mahkûm et, öğretmene üç kuruş maaş ver, doğru düzgün öğretmen yetiştirme, her yıl binlerce hizmet içi eğitim başvurusundan bir avucunu -o da çoğu kez torpille kabul et, arıcılık bölümünden mezun olanları bile öğretmen yap, bir yılda atadığın 30 bin öğretmenden 20 binini sözleşmeli çalıştı r, eğitim emekçilerini oradan oraya sür; sonra öğretmenine ''sıfır çekiyorsun, bu ne rezalet'' diye sor. Gülay Hanım'ın nedensonuç ilişkisinden çok, düşsel bir dünyaya dayalı tespitlerinden yararlanmamak mümkün değil!

 Kariyerlendirme sistemine göre tüm öğretmenlerin ancak yüzde 10'u başöğretmen, yüzde 20'si uzman öğretmen olabilecek. Yani, herkes çırpınsa bile yüzde 80'e ''başarısız'' damgası vurulacak. Böyle kariyer sistemi olur mu? Gülay Hanım'ın örnek gösterdiği ABD ve Japonya'da da, başka hiçbir ülkede de öğretmenlere yönelik bu tür kariyerlendirme sistemi yok. Göktürk'ün bilgilerini düzeltmek gerekiyor: Türkiye eğitim sistemi, öğretmenlerin performanslarını dikkate almayan bir sistem değildir. Öğretmenler her yıl mutlaka denetimden geçer. Teşekkür, takdir, maaşla ödüllendirme gibi değerlendirmeler vardır. ''Benim adamım'' yaklaşımının öne çıkması, öğretmenlerin suçu olmasa gerek. İlgili yönergelerde yapılacak ufak değişiklikler ''başarılı'' öğretmeni daha net belirleyecektir.

 Göktürk'ün sınavı kazananların unvan alacağı iddiası tümüyle gerçekdışı. Branşında kontenjan yoksa, öğretmenin sınavı kazanması hiçbir şey ifade etmeyecek. Göktürk, ilgili yasayı ve yönetmeliği okusaydı durumu görebilirdi. Göktürk'ün bizi çok eğlendiren bir cümlesi de, ''Japonya'da ilde kurulan özerk kurullar sınav sonuçları nı değerlendiriyor'' oldu. Bizde ise sınav değerlendirme komisyonu, tamamen bakanlığın yöneticilerinden oluşacak... Lütfen söyleyin, böyle bir kurul özerk midir?

 Gülay Göktürk'ün öğretmenlere verip veriştiren yazısını bakanlık o kadar beğendi ki web sitesine koydu. ''Bozacının şahidi şıracı'' deyimi için uygun zaman ama, yok yok, başyazar olmadan söylemem bunu... Bana ne, önce kariyer yapacağı m...

Sezer devreye girmeli
Anadolu liselerinde kontenjanlar açık kaldı. İstanbul'da 500 öğrencilik açık var. Türkiye, 500 öğrencisine ''kaliteli'' eğitim verebilecekken, bu olanağı kullanmı yor. Bakanlık, yeniden yerleştirme yapmamakta ısrarlı. Bu çocukların geleceğini karartmaya, karartmasak bile daha da aydı nlatmamaya hakkımız var mı?

 Bu, 500 öğrencinin Anadolu liselerinde okuyamaması olayı değildir. Yüz binlerce öğrencinin yıllarca hazırlandığı, hazırlanmak için uykusuz geceler geçirdiği bu okullara, tam 500 öğrenci, bir inat yüzünden yerleşmiyor. AKP yönetiminin bu ayıbı temizlemek için harekete geçmeyeceğ i anlaşıldı. Daha fazla zaman yitirilmeden Cumhurbaşkanı Sezer bu konuya el atmalıdır. Bu, Cumhurbaşkanı'nı doğrudan ilgilendiren bir konu olmayabilir, hatta ''basit'' de görülebilir. Ama bir öğrencinin eğitim hayatı bile, Cumhurbaşkanı' ndan en alttaki eğitim bürokratına kadar herkesi ilgilendirmeli. Sayın Sezer, devamlı hastalığı olan mahkûmları yeri gelip nasıl affetmişse, daha iyi eğitim alma olanağı varken bu haktan mahrum kalan öğrencileri de bu hastalıklı tutumdan kurtarmalıdır. Bu noktadan sonra Sezer'in hükümet üzerinde bir etkisi olursa, bu yerleştirmeler yapılabilir. Eğitim konusuna çok önem verdiğini bildiğimiz Sezer, 500 çocuğun daha iyi eğitim alması için son şansı gibi görünüyor.

NOT
24 Eylül Cumartesi günü 16.00-18.00 saatlerinde Denizli Yaprak Kitabevi'nde okurlarla buluşacağız.