Heykeltıraş bir büyüğümüzle konuşuyoruz. “İktidarlar yıkıldığında, önce heykelleri de yıkılır. Çünkü heykeller politikadır” diyor. Çünkü heykeller iktidarları görünür kılan simgelerdir. Sadece görünür kılmak değil, sürekli ve baskın kılmak gibi ideolojik işlevi vardır.

IŞİD de tüm eski yapıları ve heykelleri kırıyor. Onlarınki de kendi içinde bir tutarlılığa işaret ediyor. Çünkü kendilerinin simgeler dünyasında dünyasal olana yer yoktur. Yıkılanların içinde dinsel nitelikli olanlar vardır belki. Ama aslolan hepsinin bir dünyasal düşünsellik taşımasıdır. Dolayısıyla dinsel ve öteki dünyaya ait olanı temel alan katı Selefi anlayışta bunların yeri yoktur. Çünkü bu simgeler dünyasal bellekle ilgili ve “put” niteliklidir. Aslında genel olarak simgeler dünyasında somutun doğrudanlığına yer yoktur. Çünkü, bu doğrudanlık, gerçeklik tartışmasında simgesel olan aleyhine işler. Yani din aleyhine işler! Dünyasal olan belleğe İŞID bu yüzden saldırır.

Bütün bu düşüncelerin dışında gibi duran ama bir biçimde bu tartışmalara bağlı başka bir yıkım öyküsünü izliyoruz bu günlerde. Tuzla’daki Ermeni yetim çocukların kampı… Bilinen şeyleri bir kez daha yazmak sıkıcı olabilir. Ama bilinen şeyler sürekli yineliyorsa kendini? Yazdıydık zaten bunu, varsın yinelesin mi demeli?

Kamp Armen yasağı bir 12 Eylül uygulamasıdır. Ve göz önündeki seçim barajı, YÖK gibi 12 Eylül icraatlarının tersine, bir kıyıda duran ama diğerleri kadar ciddi bir cunta işi ve hak ihlalidir. Başka bir deyimle cuntanın açtığı ırkçı yaradır. Ve hâlâ açık bir yaradır.

Kamp Armen 1962 yılında yetim Ermeni çocuklar için kurulmuştur. Bina yapımında da çocuklar çalışır. O zamanlar ineklerin otladığı bölgede, bir avuç toprak parçası yuvaya dönüştürülmüştür. Öyle ki metrekaresi 25 kuruş bile fazladır o zamanlar oralar için. 21 yıl boyunca 1500 yetim çocuk için yuvadır. Onlardan biri de Hrant Dink. Hrant yetiştiği okula yönetici olur. Orada yetişmiş Rakel ile evlenir. 1983’te iktidar kampı kapatır.

Aradan geçen onca zaman karşın açılmaz. 2006 yılında, kampın kurucularından Hrant Güzelyan yurtdışından ziyarete gelir. Hrant Dink, Garabet Orhunöz gibi kamptan yetişmiş “çocuklarla” bir araya gelip kampı konuşurlar. Hrant Dink için kamp çok önemlidir. Orası için düşleri vardır; kampta eski öğrencilerle bir toplantı yapmak, orada yetişmiş çocukların filmini çekmek, kitabını yazmak…

Ancak bu görüşmenin üzerinden altı ay geçmişken Hrant’ı katlederler. Hrant’ın düşlerini Garabet Orhunöz vasiyet kabul eder. Bir kere değil, her yıl Nisan ayı sonunda kampta piknik yapılmaya başlanır. Belgeseli çekilir; Kaybolmayın Çocuklar!

Son piknik 26 Nisan 2015’de yapılır. Bir hafta sonra ise kampa dozerler girer. Yarısı yıkılır. Pek çok fotoğrafta görülen, kampın kemerli giriş kapısı yerle bir edilir. Çünkü o da bir simgedir. Şimdilik kalan bölüm için nöbet ve direniş sürüyor.
İktidarın öteki gördüğü ve görünmez kılmak istediği “azınlık” sayılan insanların belleğidir burası. Ve yapılan bellek anıtının yok edilmesidir. Bu durumu iktidar her zamanki muğlak ağlaklığı ve kıvırarak karşıladı… Çünkü, bu politikayı uygulayan cuntanın ırkçı mirasının bir parçasıdır kendileri.

Garo Abi ile bir film çekimi için geçen hafta sözleştik. Çekimi Kamp Armen’de yapacaktık. Garo Abi adresi tarif etti; “Telefonuna Gökyüzü Sokağı yaz, adresi bulursun” dedi. Gökyüzü Sokağı yazmadan buldum. Yıkılmak istenen bu yere önceden gelmiş ve belleğime yazmıştım çünkü. Gökyüzü Sokağı yazınca varılan yer şimdi biraz da keder sokağı gibi…

Haftaya dize; “Şarap öyle bir leke bıraktı ki masaya, ah yalan mezeler” (Cihan Oğuz, Sincan İstasyonu, 77)