Biliyor musun? Neyi? Şu içine ettiğimiz Yerküredeki suyun dağılımını...

-     Biliyor musun?

-    Neyi?

-    Şu içine ettiğimiz Yerküredeki suyun dağılımını..

-   Bu da nereden çıktı şimdi?

-    Musluğu kapatmak aklına gelmiyor da ondan..

-   Bir şey olmaz Hocam. Bu yıl barajlarımız dolup taşmaktaymış zaten..Ama merak ettim şimdi bak. Şu dağılımı deyiver  bi hele!

-    Öncelikle şunu söyleyeyim, tatlı tabir ettiğimiz su miktarı tamamın yalnızca yüzde üçü. Tuzlu sular, yani denizler, okyanuslar toplamın yüzde doksanyedisini oluşturuyor.

-    Deme yaa..

-   Dur daha bitmedi. Bu tatlı dediğimiz suyunda yüzde yetmişdokuzu kutuplarda buz olarak durmakta. Tabi şimdilik. Fosil tabir edilen derin sular ise yüzde yirmi. Erişilebilir su miktarı ise yalnızca yüzde bir.

-   Yani şimdi bize kalan yüzde üçün yüzde biri mi?

-   Pek öyle sayılmaz. Bu yüzde üçün yüzde birinin de kendi içinde dağılımı var..

-  Nasıl yani?

-  Şöyle, yüzde elliiki göller, yüzde otuzsekiz topraktaki nem, yüzde sekiz havadaki buhar, yüzde bir organizmaların bünyesinde tutulan ve yüzde bir de akarsular..

-   Yapma be Hocam. Yani şimdi yüzde üçün yüzde biri bile değil şu kullandığımız su öyle mi?

-   Tastamam öyle…

-   O kadar kıt yani..

-   Evet, o kadar kıt ve de kıymetli. Ne yazık ki insanlık kıt ve kıymetli olanın değerini bilemiyor. Kimi bilinçsiz kimi ise daha çok kazanmak hırsıyla tüketiyoruz.. Mesela kapitalizmin olmazsa olmazı reklamlar gibi. Şu her gün aldığın gazetenin en az üç sayfası reklam. Ve kağıt sektörü o üç sayfa kağıt için en az otuz litre su harcıyor. Anlayacağın, bilinçsiz insanlık ve kapitalizm dünyayı da,  kendini de  tüketiyor.

-  Peki ne yapmalı Hocam?

-  Karşı koymak üzere örgütlenmeli elbette. Yalnız örgüt dediğin de toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşabilir, kan akışını sağlayabilir olmalı? Kendi içinde tutarlı, barışık olmalı. Yani tarihe yazılan değil tarih yazabilen olmalı?

- Nasıl yani?

-  Dedim ya kıt olanın kıymetini bilmiyoruz diye. Su gibi akıp giden zaman da insan için bir o kadar kıymetli. Her ne kadar biz farkında olmasak da…Bak karşıda Terzi Himmet’in duvarındaki eski saati görüyor musun? Ne zamandır öyle durur, çalışmaz. Kurmalı, masa saatleri gibi o da antika oldu artık. Oysa o kurmalı masa saatlerinin tik takları ile ne hayaller kurmuştuk geceler boyu. Ne eylemlere, ne edimlere uyandırmıştı bizleri o eski saatler… Şimdi sadece nostaljik birer objeler..Bizleri eyleme, hayatı değiştirmeye yöneltemiyorlar artık. Zira bizler sadece onların tik taklarını dinliyoruz. Geçmişin o eski saatlerini kurup kurup dinliyor ve dünya değişsin istiyoruz. Akan zamanı değiştirmektir oysa tarih yazmak. Akan zamanla birlikte akmaksa sadece tarihe yazılmaktır, okuyan olursa babından..

Yani sözün özü Şiktan,  kentin üç otuz metrekaresine sıkışıp tepki örgütü olmak değil, bir tekerleğin içindeki hava partikülleri gibi devinmek değil benim örgüt dediğim. Su gibi, zaman gibi kıt ve kıymetli olan insani değerlerle donatılmış, birbirini seven, güvenen, özveriyle güne uyanan, adanmış yürekler topluluğu bir örgüt benim sözünü ettiğim.

-   Olur be Cenap Hoca sıkma canını..

-   Olmalı Şiktan olmalı. Yıldızlara uğurladıklarımıza borcumuz var.

Gökyüzüne bakacak yüzümüz olmalı..