Orta Avrupa Yahudi söylenceleri arasında Golem kadar ünlü ve etkili bir başka hikâye yoktur galiba. Prag’da doğan bu efsane kısaca şöyle: Kral, sürgün Yahudilerin Vltava Nehri’nin doğu kıyısına, Prag Kalesi’nin tam karşısına yerleşmesine izin vermiştir. Bir süre sonra, Hıristiyan bölge halkının “Bunlar karanlık büyüler yapıyor, toplumsal huzurumuzu bozuyorlar!” şeklindeki şikâyetiyle Yahudilere tekrar sürgün yolu görünecektir. […]

Orta Avrupa Yahudi söylenceleri arasında Golem kadar ünlü ve etkili bir başka hikâye yoktur galiba. Prag’da doğan bu efsane kısaca şöyle: Kral, sürgün Yahudilerin Vltava Nehri’nin doğu kıyısına, Prag Kalesi’nin tam karşısına yerleşmesine izin vermiştir. Bir süre sonra, Hıristiyan bölge halkının “Bunlar karanlık büyüler yapıyor, toplumsal huzurumuzu bozuyorlar!” şeklindeki şikâyetiyle Yahudilere tekrar sürgün yolu görünecektir. Kabbala bilgini Rabbi Loew yıldızları okuyarak bu gelişmeyi önceden tahmin ettiği için, Yahudileri düşmanlarına karşı koruyacak ve ağır işlerde yardım edecek bir ‘golem’ yapmaya karar verir. Önce kilden insan şeklinde bir model yapar, sonra özel bir ayinle tanrının gizli isminin yazılı olduğu bir parşömeni bu kil adamın ağzına koyup Golem’i canlandırır. Düşünemeyen, konuşamayan, sarsak hareketlerle yürüyen ama korkutucu bir güce sahip olan Golem efendisinin tüm emirlerini yerine getirmektedir. Lakin zamanla efendisine ve cemaate yeni sıkıntılara doğurur, bunun üzerine Rabbi Loew Golem’in ağzından kutsal parşömeni çıkarıp onu tekrar cansız bir kil yığınına dönüştürür.

İnsanın tanrıyı oynamasının getireceği felaketlerin hikâyesi olarak Golem, kimi zaman doğrudan bu Yahudi versiyonuyla, kimi zaman da Mary Shelley’nin Frankenstein’ındaki gibi dönüştürülmüş versiyonlarıyla defalarca yazıldı, çizildi, filme alındı. Sinemadaki en ünlü Golem, modern anti-semitizmin inanılmaz bir hızla yükseldiği bir dönemde Almanya’da yapıldı. Dışavurumcu Alman Sineması’nın başyapıtlarından 1920 tarihli Paul Wegener filmi Der Golem Yahudilerin ne kadar tehlikeli ve karanlık işlerle uğraştığını anlatıyor, Davut yıldızının Avrupa’nın kalbinden sökülüp atılması gerektiği söylemiyle de bitiyordu.

2018’de yapılan son Golem, anti-semitizm konusunda Wegener’in filminden geri kalmıyor. 16. yüzyıl Prag’ındaki hikâyeye gönderme yaparak başlayan filmin öyküsü 1673’te Litvanya Yahudileri arasında geçiyor. Vebanın kırıp geçirdiği Hıristiyan halk bunun sorumlusunun karanlık büyüler yapan Yahudiler olduğunu düşünüyor ve bölgedeki Yahudilere saldırıyorlar. Hikâye ilerlerken anlıyoruz ki Hıristiyanlar vebanın kökeni hakkında yanılıyor ama Yahudilerin kara büyüyle ilişkisi konusunda çok haklılar! Sonunda bölgeye asıl yıkımı, küçük oğlu ölmüş bir kadının yarattığı golem getiriyor. Sonuç: Bir taşla kuş katliamı; hem Yahudilerin kara büyü ve cadılık potansiyelini, hem başta ihtiyar haham olmak üzere erkeklerin bilgeliğini, hem de kadınların Kabbala ile ilgilenmesine dair yasağın ise ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz.

Bu kadın düşmanı anti-semitik filmi asıl ilginç kılan, senaryo -Ariel Cohen- ve yönetim grubunun -Paz Kardeşler- tümüyle Yahudilerden oluştuğu bir İsrail yapımı olması… Korku sinemasında uzmanlaşan Doron ve Yoav Paz Kardeşler 2015’te Jeruzalem adlı ilginç bir kıyamet filmi yapmışlardı. “Cehennemin üç kapısı vardır. Biri çölde, biri okyanusta, biri de Kudüs’tedir” sözüyle başlayan filmde üçüncü kapının açılışını, kıyametin Kudüs’ten başlayışını izliyorduk.

Bu filmlerin, 2010 tarihli İsrail yapımı korku filmi Rabies (Kuduz) gibi hem İsrail devlet politikalarına hem de dinsel düşünceye eleştirel yaklaşan anti-siyonist anlatılar olduğunu söylemeyi çok isterdim. Ama özellikle Golem’in açıkça mizojinik ve anti-semitik bir film olduğu ortada… Bunu siyahilerin birbirlerine ‘nigger’ diyerek hakaret etme hakkına sahip olmasındaki gibi değerlendirmek de mümkündür belki, ama anti-semitizmin ‘totalitarizmin ilk adımı’ (Hannah Arendt) olduğu bir dünyada hiç kimsenin anti-semitizmi haklı göstermeye hakkı olmamalı…