Fırtınalı  bir gecenin dinmeyen şimşekleri gün ışığı karşısında neyse, kentteki hadiselerin yapısı da böyledir. Zorlu, kıstırıcı, kışkırtıcı,

Fırtınalı  bir gecenin dinmeyen şimşekleri gün ışığı karşısında neyse, kentteki hadiselerin yapısı da böyledir. Zorlu, kıstırıcı, kışkırtıcı, inkâr edici, tutkuyla peşinden gidilesi ya da sıradan bir çiğlikte bozguna uğratıcı…
Bu asır başka bir deyişle modern hayat,  ‘plan’ öneriyor.  Plan yaparak işe başlamalı. Günlük, aylık, yıllık belki anlık… Mutlaka planlamalı ve ona uymalı.  Akışa, olabilitelere yer vermeden hayatı kuşatmalı. Zamanımızın ‘karakter’ine söz hakkı tanımadan onu boğazlamalı. Coşkular, heyecanlar yok saymalı. Çünkü her şey planlı. Her durum öngörülerle saptanmış, legal cezaevleri yaratılmış.
Mimari, çağlar öncesinde şiirle ilerliyordu, zamanımızda kapitalin gücü estetiği dönüştürüdü, hızla… Tüketim nesnesi, arzu nesnesi vs işlevsellik, esneklik, çokamaçlı, çok uluslu gibi pek çok tanım uçuşurken mimari- birey ilişkisi inceden unutturuldu.
Mimarinin, kolektif belleğimiz olduğundan kime ne! Zaten bellek kimin umurunda… Bireylerin, mümkün mertebe planları var. Hesaplayıp, kesinliklerinden şüphe duymadıkları.  Bilinç dışı, hisler, arzular bu sözcükler kalktı tedavülden. Gösteri böyle diyor; sorgulama başlamamalı. Sonra, sonrası tufan olur…
Peki kentte/mimaride kim konuşur? Hangi amaçla neden yapılır? Bir araya getirmek için mi? Yaşamak için mi? Soluk almak için mi? Oturmak için mi?  Ve neden bahsetmek için?
Nuri Kuzucan ‘kent’i deneyimletiyor, takribi on yıldır… ‘Açık Mekân’ , ‘Trafik’, ‘Mutlu musun?’  ve  ‘Plan’  sergileri ile kenti aktarıyor. Anlamaya ve anlatmaya çabalayarak. Mimari- Resim-Kent omurgasıyla mecraları yaratan ressam,  çabayla, inatla çiziyor. Cesurca. Güncellik, moda akımlar, piyasa, alıcı vs. Kuzucan’ın eserlerini belirleyemiyor. Coğrafyamızda alışılmamış bir hal bu.
Ressamın eserlerine baktığımda, uzun soluklu bir bakış bu. Apaçık gördüğüm şey şu ki, hayatı /kenti anlamak ve inşa etmek için bir vizyona, farklı vizyonlara, coşkulara, heyecanlara gereksinim vardır. Hadiseleri, yapıları, ötekini analiz etmeye, aktarmaya, onlarla düşünmeye ve onları sorgulamaya gereksinim vardır. Duyarlı, sezgisel bir dil peşinde gidebildiğin bir uzamı bir anı yaratmaya gereksinim vardır.
Gözümü eserlerden güçlükle alıp, sokağa çıktığımda, elimde sigarayla kaldırımda yol alırken, bildiğim dili üstelik sözcüksüz konuşabilen bir ahbabım olduğu için biraz yatışıyorum. Resimler kafama çakılmış, renkler, düşünceler uçuşuyor. Yol giderek keyifli bir hale geliyor. Bir parça huzurlu ya da neşeli mi demeliyim.
Sonra, sonra kalabalıklar beliriyor. Adımlar sıklaşıyor. Birileri hep kaçıyor. Kendinden, yazgısından inatla kaçıyor. Cadde boyu yürürken,  kinle, öfkeyle ve etiksizlikle kirlenmiş bir havayla sarmalanmış olduğumu hissediyorum. Sokaklara gotik oranları veren ışık, yüzüme düştüğünde ya da onun yüzüne düştüğünde; gerçek beliriyor.  Buruk bir gerçek… Ressamın belleğime yerleşen düşüncesiyle, gölgeler arasında bir yerde cebri akışta yürüyorum.