Genç, acaba evlenmekle acele mi etmektedir? Gözü arkada mı kalacaktır? Dışarıda binlerce çekici kadın dururken, tek bir kadınla ömrünü geçirmeli midir?

Gönül ki yetişememekte...

AŞK VİZESİ

Gustave Flaubert’in ‘Duygusal Eğitim’ adlı romanının Cemal Süreya çevirisi “Gönül ki Yetişmekte” adındaydı. Nefis bir ad, şairane bir çeviri. ‘Aşk Vizesi’ söz konusu roman gibi bir erkek olma sürecini anlatmanın yanı sıra Flaubert’e gönderme yapmaktan da geri durmuyor. Yazının başlığını aklıma düşüren bu gibi bağlar. Ama yanlış anlaşılmasın, filmin romanla alakası bunlardan ibaret.

Hikâye klasik; ergenlikten henüz çıkamamış genç bir adam sevgilisine evlenme teklif etmeye karar vermiştir. Bu fikrini, çalıştığı çiçek dükkânının güzel sahibesine anlattığında, hayatında her şey değişir. Genç ve güzel patroniçe birden adamımıza ilanı aşk eder. Ve gencimizin kafası karışır: Acaba evlenmekle acele mi etmektedir? Gözü arkada mı kalacaktır? Dışarıda binlerce çekici kadın dururken, tek bir kadınla ömrünü geçirmeli midir? Biraz daha hayat tecrübesi edinmek iyi bir fikir değil midir? Gencimiz ergenlik bunalımlarından çıkmaya çalışırken, kadınlar arası rekabet de onun hizmetine çalışır.

Sinema mı, televizyon dizisi mi?
Aşk Vizesi ne yeni bir şey söylüyor ne de özgün bir şekilde söylüyor. Filmi akılda kalıcı kılacak hiçbir özelliği yok. Sinema filminden çok bir televizyon dizisini andırıyor. Ama kötü mü, seyredilmez mi? Hayır, idare ediyor, kimi zaman da gülümsetiyor.

***
Kriz var, kriz var

POLTERGEİST: KÖTÜ RUH

Top Hooper’ın yönettiği orijinal Poltergeist (1982; Kötü Ruh) filmini görmedim. Dolayısıyla yeni filmi eskisiyle kıyaslayacak durumda değilim. Yeni Poltergeist’ın yani “gürültücü ruh”un Zeitgeist’la yani “dönemin ruhu”yla çok ilişkili olduğunu söyleyebilirim ama. İşini kaybetmiş beyaz yakalı bir aile babasının kâbusları olarak da okumak mümkün filmi. Belli ki işini kaybetmenin kapitalizmin son kriziyle büyük alakası var. Ayrıca emlak krizi ve hiçbir şeye saygısı olamayan çevresel dönüşüm de bu kâbuslarda rol sahibi. Filmdeki krizdeki aile, evin temel direği babanın işini kaybetmesiyle, daha kötü ve tabii ki daha ucuz bir bölgede ev tutmak zorunda kalıyor. Yüksek gerilim hatlarının altındaki bu yeni yerleşimin tek kusuru bu da değil. Bu yeni villa kompleksi eski bir mezarlığın üzerine kurulmuş. Mezarların taşındığı söyleniyor ama …

Utancın ve öfkenin sembolleri mi?
Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamamanın utancını yaşayan baba, acaba onlardan kurtulmayı düşlüyor olabilir mi? Filmde gördüğümüz kâbus gibi olaylar atalarımızdan ve torunlarımızdan duyduğumuz hem utancın hem de öfkenin sembolleri olabilir mi? Bize kötü bir dünya bıraktıkları ya da onların beklentilerini karşılayamadığımız için atalarımızla süren hesaplaşma bir yanda, bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçları ve şikâyetleriyle başımızın etini yiyen ufaklıklar diğer yanda… Yeni Poltergeist doğrusu ilginç bir arka plana sahip ama filmde işlemeyen bir şeyler var. Yeterince duygusu yok. Yeterince heyecanı yok. Benzer bir işsiz babanın kâbuslarını anlatan Lanet (1982; Sinister) çok daha iyiydi.

***

Armudun iyisini...

OHA: OFLU HOCAYI ARAMAK

“OHA: Oflu Hocayı Aramak” son yılların en komik ve en anarşist filmlerinden biri. Filmin konusunun aslında pek önemi yok. Konu aslında sadece araç; amaç, muktedirlerle dalga geçmek ve eğlenmek. Film bir sahte belgesel, yani sanki belgeselmiş gibi yapan bir kurmaca film. Her haliyle Ali Ağaoğlu’nu andıran bir işadamı, Karadeniz’in içine edecek dev bir yapı kompleksi inşa ettirecektir ve projeye destek olması için yöreyle ilgili bir belgesel hazırlatmak ister. Belgeselciler, konuyu araştırırken Oflu Hoca efsanesiyle ilgilenmeye ve bu şahsiyeti aramaya başlarlar. Ekibe, işadamının özenti sevgilisi de katılır. Fakat tabiatın da eli armut toplamamaktadır ve olaylar gelişir.

Ben filmin basın gösteriminde çok güldüm. Darısı başınıza.