Bir şeylerin elden gittiğini söylemekten başka sözü olmayan, tehlike umacısı “hamasi” kanatların “kararsızlar” nezdindeki garantili etkisini dengeleyebilecek tek seçenek gönülçelen partisi olabilir mi?

Gönülçelen

Beş hafta sonra olacak seçimler öncesinde ülkemizdeki toplumsal karışıklıkları tırmandırıcı yönetim tarzından endişe duymamak mümkün değil. Seçim, en azından kuramsal olarak, her türlü dış etkiden özgür olduğunu varsaydığımız iradelerin kararlarını yansıtan önemli bir toplu karar mekanizmasını temsil ediyor. Bu yazının yazıldığı perşembe akşamından okuyacağınız pazar gününe kadar geçen sürede özgürlüklerimizin ne hal alacağını kestiremiyor olmak bile seçim ortamına ilişkin bir fikir veriyor. 1977 Haziran seçimleri öncesindeki atmosferi andıran olaylar, havadaki kasvet ve topluma yayılmaya çalışılan umutsuzluk bir yandan zihinlerimizi sıkıştırsa da, ben hiç böyle bir durum yokmuş gibi kaleme aldığım 13 yıllık bir yazıyı, içeriğinin geçerli kaldığını düşünerek, sağı soluyla biraz oynayıp karşınıza getirdim. 

Ülkemizdeki kişi sayısı kadar siyasi parti oluşturulabilecek bir fikir yelpazesi var, ilk bakışta... Kendi fikir ve isteklerini kimin gerçekleştireceğini belirleme amacıyla sandıklara gideceklerin bir kısmını kesin kararlılar (“kemik” seçmen) oluşturuyorsa, bir o kadarını da, “kararsız”lar oluşturuyor. Kendi kafasına tam uyanı arayanlar ve bir türlü karar veremeyenler, oy arayan partilerin hedef kitlesidir. 

Kararsızlık iki durumda ortaya çıkar: birincisi, seçenekler birbirinden “kötü”yse, örneğin, et yemeyen birisi için pirzola ile bonfile arasında seçim yapmak gibi... İkincisi, seçeneklerin hepsi birbirinden “iyi”yse; bir türlü karar veremeyip “arada kalmak,” dediğimiz durum. Adeta ne karar verirseniz verin, bir şeyin değişmeyeceği bir durum.

“HİPERAKTİF" SEÇMEN 
Kararsız seçmen “hiperaktiftir”; değişiklik sever; değişiklik olsun diye veya otoriteyi sinir etmek için beklenenin tersi yönde hareket edebilir; kararını o anda, ne düne, ne yarına bakarak, tam “o anda” (oy verme anında) verir. Beklemeye tahammülü yoktur; kararının belirleyicisi “o andaki”, son dakikadaki koşullardır. O sebeple, şu anda karar vermiş gibi gözükenler arasında da, son dakikada farklı bir karar verebilecekleri için, “özünde kararsız” sayılması gerekenler çokçadır. Üstelik son dakikada içinden geldiği gibi karar verdiğini düşünen (zanneden) kitlenin içinden geleni, o sırada veya son dakikaya yakın dönemde kendisi dışında olan bitenler (provokasyonların son haftalarda olması gibi) belirler. Bu kitle, toplam kitlenin neredeyse  %20’sini oluşturur.

BELİRSİZLİK "KARARSIZLIK"I ARTTIRIR 
Klinik durumlardan bildiğimize göre koşullar belirsizleştikçe, zaman baskısı arttıkça genetik/yapısal olarak bir sorunu olmayanlar bile “hiperaktifleşebilmektedirler.” “Hiperaktif” davranışın altında yatan birkaç temel mekanizmadan birisi kolay dağılabilme ve odağı kaybetme, bir diğeri ise hemen o andaki koşullardaki uyaranlara tepki vermeye yatkınlaşmadır. Seçimdeki belirsizlik seçeneklerin birbirinden farksızlaşmasındadır. Hiperaktif seçmen kolayca kararsızlaşabilir, ve daha önemlisi kararsızlığını aşmak için genellikle, o anda “ilk akla gelene” meyleder. Son dakikada ilk akla gelen ise, devamlı akılda olabilendir; seçmenin “gönlündeki”dir. 

KARARSIZ TRAFİK 
Bu belirsizlik meselesinin davranışlarımız üzerindeki etkilerini anlamak için ülkemiz trafiğindeki davranışlarımıza bakmak yeterli olabilir. Yol çizgilerinin belli olmadığı veya ayrımların net belirlenmediği (ve denetlenmediği) köprü girişi gibi yerlerdeki itişip kakışmayı, beklenmedik karar değişikliklerini bir düşünün. Az sonra sağa yanaşacak bir otomobil arkanızdayken birden sola fırlayıp, hiçbir işaret vermeksizin (o anda aklına geldiği için) sizin yolunuzu çaprazlayıp, “aşırı sol”dan “aşırı sağ”a geçebilir. Sizin de, benim de arada tam böyle olmasa bile benzerlerini yaptığım hareketlerden herhalde bunlar. Üstelik, o kararsız ve hesapsız davranışı, “pekâlâ açıklayabiliriz.” Vardır bir mazeretimiz...

GÖNÜL HER ZAMAN AKILDAN ÜSTÜN DEĞİLDİR  
Bir karar verirken ilk akla gelen, aslında, seçmenin dilinde, “aklından” ziyade, “kalbine yakın” olandır. Bu bir bakıma, önyargılarını ya da kalıplaşmış fikirlerini pekiştirici nitelikteki “radikal” grupların seçim şansını arttıran bir durum gibi gözükebilir. Neden? Akıl, bir süre için duruma bir cevap bulamadığında, otomatik olarak ortaya çıkacak davranış, genellikle içgüdüsel, kısa dönemli çıkarlara yönelik, olası bir “tehlike”yi savuşturmaya yönelik olacaktır. Hele “manevi” ya da “milli” bir değere yönelik tehlikeler olduğuna herkesi inandırıcı bir söylemi olan grup, kararsızların “tepki oyları”nı (kararsızlar genellikle düşünmeksizin, ölçüp biçmeksizin ya da ölçüp biçtiklerini o anın gürültüsü içinde unutup o andaki atmosfere göre karar verdikleri için) toparlayıp gider.

GÖNÜL BAZEN DE ÇELİNEBİLİR 
Ancak, aynı kararsız seçmene “yakın” gelebilecek bir başka yaklaşım, seçmene kendisini önemli hissettiren, adam yerine konduğu duygusunu alabildiği, bu sebeple de kendisini yakın (ve kendisinden yetkin) hissettiği bir kişi/grup da kararsızların “gönlünü çelebilir.”  Bir şeylerin elden gittiğini söylemekten başka sözü olmayan, tehlike umacısı “hamasi” kanatların “kararsızlar” nezdindeki garantili etkisini dengeleyebilecek tek seçenek gönülçelen partisi olabilir mi?