İktidar zayıfladıkça, kitle desteğini kaybettikçe uzlaşma arayacağına siyasi stratejisini kibir, gösteriş ve restleşme üzerine kurmayı sürdürüyor. İktidar nezdinde kendiyle aynı fikirde olmayanların zerre kadar değeri yok. Politikayı bir “ikna sanatı” olarak görmekten çoktan uzaklaştıkları “isteseler de istemeseler de” kalıbının bu denli sık tekrarlanmasından belli. Yıllardır bilimle, akılla, sağduyuyla, doğayla inatlaştıkları yetmezmiş gibi şimdilerde geniş halk kesimleriyle inatlaşıyorlar. Kimse kusura bakmasın, sınırlı bir süreyle kendisine hükümet etme görevi verilmiş hiçbir güç bir ülkenin coğrafyasını keyfi biçimde değiştiremez. Her yurttaşın üzerinde hakkı olan bir kara parçasını amatör terzi misali kesip biçer gibi davranamaz. Onu uluslararası rant çetelerine, yandaş müteahhitlere, gözünü para bürümüş çevrelere peşkeş çekemez.

Binlerce İstanbullu, İl Çevre Müdürlükleri önünde Kanal İstanbul hakkındaki ÇED raporuna itiraz etmek için yağmur çamur demeden sıraya girdi. Elinde bastonuyla gelen de vardı, hasta yatağından kalkıp yollara düşen de. Torunun kolunda saatlerce ayakta dikilen de vardı, itiraz makamı dünyanın bir ucunda dahi olsa gitmeye hazır olan da… Yurttaş olarak hakkımızı, hukukumuzu savunmaya geldik diyorlardı; cepler için değil çocukları, torunları, için ordaydılar.

Hafta içi mesai saatleri nedeniyle müdürlüklere gelemeyenlerin aklı fikri ise yaşını başını almış ama direnme azmini kaybetmemiş bu insanların yanındaydı. Biliyorlardı ki onların bir kısmı Adalet Yürüyüşü’nde daha özgür daha adil bir ülke için kan ter içinde kilometrelerce yol kat etmişti. Bir kısmı 16 Nisan Referandumu öncesinde sokaklara yayılan Hayır Kampanyası’nın isimsiz kahramanlarıydı. Sabahın köründe meydanlarda, duraklarda bildiri dağıtan, eşini dostunu ikna etmeye çalışan, tek adam rejimi dayatmasına yılmadan karşı çıkanlardı onlar. Haziran direnişlerinden Hayır’a, 31 Mart’tan dilekçe kuyruğuna elden ele dolaşan bu kararlılık iktidar baskısına rağmen günden güne büyümeye devam ediyor. O nedenle gördüğünüz sadece bir dilekçe kuyruğu değil, kabına sığmayan toplumsal dinamizmin, nesilden nesle aktarılan aydınlık Türkiye mücadelesinin bir izdüşümü.

İktidarın da Meclis’teki muhalefetin de bu tablodan kendi payına düşeni çıkarması gerekir. Ancak kimsenin olup bitenden ders aldığı yok. Gezi sonrasında yüzde 50’yi evde zor tutuğunu iddia edenler, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında, ‘isteseler de istemeseler de o kışla yapılacak’ diye meydanlarda kitleye seslenenler, aradan geçen dönemde nasıl güç ve itibar kaybettiklerinin idrakinde değil. Hâlâ aynı nefret dilini, aynı kutuplaştırma taktiğini sürdürmek telaşındalar.

İktidar restleşmenin kendi hanesine artı yazdığı günlerin mazide kaldığı gerçeğiyle yüzleşmediği için adım adım sonunu hazırlıyor. Karşısındaki muhalefet cephesini istemeden diri ve bütünleşik kılıyor. İçinden kopan “muhalif” unsurların kendini ifade edeceği yeni gündemler yaratıyor. Saray’ın hedef tahtasına koyduğu İBB Başkanı İmamoğlu ise iyi hazırlanmış, titiz çalışılmış karşı hamleleriyle yıldızını parlatmayı, desteğini büyütmeyi sürdürüyor. Muhatabının ikna edilemeyeceğini biliyor bilmesine ama ikna etme girişiminin kendisine değil kapıları kapayan tarafa ek maliyet olarak yansıdığını görüyor. Aynı 31 Mart-23 Haziran öncesinde olduğu gibi…

Bu esnada Meclis’teki muhalefet sık sık parlamentonun işlevsiz kılındığından şikâyet ediyor. Bütçe görüşmelerinde bir kez daha tecrübe ettiğimiz üzere iktidar kanadının muhalefet vekillerini dinlediği bir Meclis artık yok. Bakanlar, milletvekillerinin soru önergelerine yanıt verme zahmetini dahi göstermiyor. Neden cevap versinler ki? Sorumlu oldukları makam artık halkın temsilcileri değil Saray. Tek motivasyonları da koltuklarını koruyabildikleri kadar korumak. Hal böyleyken muhalefetin parlamento için yas tutmak yerine siyaseti parlamento dışına çıkarması, itiraz dilekçesi için kuyrukta bekleyenlerle, işsiz milyonlarla, kadınlarla, gençlerle yeni mecralarda buluşturması şart.

Geçim derdine düşmüş, umudunu yitirmiş milyonlarca insanı, ne Kanal İstanbul ile ya da yerli otomobille motive etmek ne de kürsüden çay atarak mutlu etmek mümkün. Tıpkı Suriye’de arka çıkılan cihatçı milisleri Ortadoğu’dan Libya’ya taşıyarak ya da askerini sanki bir ihraç ürünüymüş gibi pazarlayarak dış politikada zevahiri kurtarmanın olası olmadığı gibi. Bunu bildikleri için Sözcü davasından o akıllara ziyan karar çıkıyor, muhalif gazetecilere organize linç saldırıları düzenleniyor, kayyum operasyonları ara verilmeksizin sürüyor, Ankara ve İstanbul belediyelerini ele geçirmek için oyun üzerine oyun tezgâhlanıyor.

Bu şartlar altında muhalefet yan yana durmaktan vazgeçmemeli. Libya tezkeresine hayır demekten Kanal İstanbul’a iktidarın kendi bekası için yaptığı her adıma set çekilebilmeli. Muhalefetin itirazları sosyal, siyasal ve ekonomik sorunları kapsayan tutarlı bir siyasi çizgiye dönüştüğü durumda iktidar cephesindeki gedikler büyüyecektir. Muhalefet ileri ucunun sesini duydukça, yüzünü halka döndükçe, halkın taleplerini politikleştirme iradesi gösterdikçe 2020 için umutlanma sebebimiz artacaktır. Tüm okurlarımıza mutlu, sağlıklı ve özgür bir yıl dilerim.