Görecek filmler var daha

Kâbus gibi bir yılı, 2020’yi geride bıraktık. Berlin Filarmoni’nin konseri, ardından Halk Tv’de Onur Akın, Türkü Akbayram ve Edip Akbayram’dan nostaljik şarkılar dinleyerek girdik yeni yıla. Sabahattin Ali ile umut tazeledik: “Görecek günler var daha…”; Nazım Hikmet’le birlikte “motorları maviliklere süreceğimiz” günlerin özlemini çektik. KRT’de Lozan Mübadilleri Korosu’nun nağmelerine ayak uydurup dans ettik.

Daha birkaç saat olmamıştı, TRT 2’de ‘2020’nin Kültür Sanat Yıllığı’nı izleyeli. Yılın sanat olayları arasında, TRT’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın etkinlikleri başköşedeydi. “Âlemlere Rahmet Kısa Film Festivali”, “Ayasofya’nın Cuma namazı ile ibadete açılması”, Türkiye Yazarlar Birliği ‘2019 yılı Fikir Adamı ve Sanatçıları’ ödül töreni, İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği (!)“Göç Filmleri Festivali”, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi’nin “1. Uluslararası Şiir ve Edebiyat Günleri”ne de yer verilmişti programda, ama İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyelerinin düzenlediği etkinlikler, festivaller yoktu… Parasal kaynağı, hangi görüşten olursa olsun, tüm TC vatandaşları tarafından sağlanan bu kurum, ayrımcılıkta rakip tanımıyordu. Yılın ‘Sahibinin Sesi’ ödülü için rakipsiz değil elbette, ama en güçlü adaylardan biri olduğu kesin!

Kültür Sanat Yılığı’nda yer alan son etkinlik 30 Aralık’ta Beştepe’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri töreniydi. Özlediği sanatçı profilini, “sosyal medyada siyasi polemikler savurmayan, slogan atarak kendini göstermeye çalışmayan sanatçı” olarak açıklayan partili Cumhurbaşkanının konuşması, sosyal medyada yankılanırken, bir espri yıla damgasını vurdu: “Aradığınız sanatçıya ulaşılamamıştır.”

gorecek-filmler-var-daha-824146-1.

HANGİ İNSAN HAKLARI?

Erdoğan’ın 2021’in “reform ve özgürlükler yılı” olacağını ifade ettiği gün, şair Yılmaz Odabaşı’nın tutuklanıp bir gün sonra serbest bırakılması kötü bir şaka sanki... Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in davaları devam ederken, Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanan sanatçı ve gazetecilerin sayısı her geçen gün artarken Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi aydınlar yıllardır demir parmaklıklar ardında tutulurken, derneklere kayyum atamayı mümkün kılacak düzenleme yapılmışken, nasıl bir ‘özgürlükler yılı’ ile karşılaşacağımızı tahmin edebilirsiniz. Bakalım daha ne filmler çıkacak karşımıza? Biz en iyisi, gerçek filmlere bakalım.

2020 yılında, sinemalar yılın büyük bölümünde kapalıydı. Dizi çekimleri pandemiye meydan okurcasına sürse de, planlanan film çekimlerinin çoğunluğu gerçekleşemedi; gösterime çıkabilen film sayısı da geçen yıllarla kıyaslanamayacak düzeyde kaldı. Yıl sonu değerlendirmelerinde, ‘Yılın En İyi Filmleri’nin sıralanması adettendir. İki hafta önceki yazımda, dijital platformların yükselişine değinerek, yıl içinde bu platformlarda gösterime giren dört ABD yapımından (Mank, Da 5 Bloods, The Trial of Chicago 7, Ma Rainey’s Black Bottom), festivallerde izlediğim iki Latin Amerikan (Rüyaların Dağları ve Ağlayan Kadın), bir Yunan (Geçmişin İzleri), Bir Fransız (İtham Ediyorum), bir İtalyan (Martin Eden), bir Filistinli yönetmenin (Burası Cennet Olmalı) filmlerinden söz etmiştim. Hepsi de, insan haklarını konu alan yapımlar.

SARHOŞLAR VE BOYALI KUŞLAR

Elbette, ‘Yılın En İyileri’ listemde, başka filmler de yer alıyor: Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in “Körkütük” (Druk / Another round) adlı filmi 2020 Avrupa film Ödüllerinde, En İyi Film, Yönetmen, Senaryo ve Erkek Oyuncu (Mads Mikkelsen) ödüllerini kazandı. Güçlü bir mizah duygusuyla toplumundaki alkolizm sorununa eğilen Vinterbeg, yılın güzel sürprizlerinden birini imzalamıştı. Kelly Reichardt’ın yönettiği “First Cow”adlı ABD yapımı, Amerika’nın kuruluş yıllarında altın bulmak için Batı’ya giden insanların serüvenini, bu süreçte doğayı, hayvanı sömürerek geliştirilen ticareti ve giderek keskinleşen sınıf ayrımını insandan ve doğadan yana bir bakış açısıyla anlatan bir film. Çek yönetmen Vaclav Marhoul’ün Jerzy Kosinski’nin romanının başarılı uyarlaması “Boyalı Kuş”, bir çocuğun gözünden savaşa ve dünyamızdaki şiddete bakıyor. Siyah beyaz görüntüleri, usta işi yönetimi ve etkileyici performansları ile yılın en çarpıcı filmlerinden biri.

gorecek-filmler-var-daha-824145-1.

Burhan Qurbani’nin günümüze taşıdığı “Berlin Alexanderplatz” uyarlaması, J. M. Coetzee’nin romanından Kolombiyalı yönetmen Ciro Guerra’nın çektiği ve ‘öteki’lerin ‘düşman’laştırıldığı bir dünyayı anlatan “Barbarları Beklerken”, Almanya’da etnik kökeninden ötürü kimlik krizine sürüklenen bir adamın öyküsünü anlatan Kosovalı yönetmen Visar Morina’nın ”Yabancı” (Exile), totaliter bir rejimde insanları sarıp sarmalayan korku atmosferini yansıtan Arjantinli yönetmen Francisco Marquez‘in “Kolektif Suç”, İspanyol yönetmen Oliver Laxe’ın Galiçya ormanlarında yaşayan, ormanda yangın çıkarttığı için köylülerin ötekileştirdiği bir adamın psikolojisine odaklandığı “Yangın Yeri” (Fire Will Come), Portekiz tarafından sömürgeleştirilen ülkesine ilişkin tarihsel bir perspektif sunan Brezilyalı Felipe Bragança’nın “Sarı Hayvan”ı adlı filmleri yılın en iyileri arasında sayılmayı hak ediyor. Chloe Zhao’nun “Nomadland”ini hala izleyememiş olduğumu not edeyim.

KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI

Genç kuşak Rus sinemacılar arasında öne çıkan Kantemir Balagov’un “Uzun Kız”ı (Beanpole), savaşın dehşetini, iki kadının dostluğunu ve yaşama tutunma mücadelelerini yansıtan güçlü bir yapıt. Afrika asıllı Fransız yönetmen Ladj Lİ’nin “Sefiller”i, günümüz Fransa’sında göçmen gençlerin sisteme isyanını dile getiriyor. İranlı yönetmen Massoud Bakhshi, “Yelda: En Uzun Gece” adlı filminde, suç ve masumiyet kavramlarını sorguluyor. Son Berlin Festivali’nde “Şeytan Yoktur” (There is no Evil) filmiyle Altın Ayı’yı kazanan Mohammad Rasoulof, rejim aleyhtarı olarak hüküm giyip, film çekmesinin yasaklanmasına karşın, kısa film çektiğini söyleyerek gerçekleştirebildiği, dört bölümden oluşan filminde askerlik görevi sırasında idam sehpasını çekmekle görevlendirilen dört askerin öyküsünü anlatmış. Kötülüğün sıradanlığını konu alan bir başka yapım, Polonyalı yönetmen Jan Komasa’nın imzasını taşıyan “The Hater”da, günümüz toplumunda kötülüğü seçen (ya da seçmek zorunda bırakılan) ve insanlara (özellikle politikacılara) itibar suikastları düzenleyen şirkette trol olarak çalışan bir genç adamın serüvenlerine tanık oluyoruz. Sözün burasında, önceki yazımda, yılın en iyi yerli filmleri arasında saymayı unuttuğum bir filme değinmek isterim. Onur Ünlü’nün, fantezi ve kara-mizah ögelerini ustalıkla buluşturan diyalogsuz yapıtı “Topal Şükran’ın Maceraları”ı, kadın hakları ve kadına yönelik şiddet üstüne sıra dışı/ezber bozan bir yapım. İçerdiği hınzır sahneler nedeniyle ancak bir platformda izlenebilecek sanırım.

İKSV’nin İstanbul Film Festivali programının ‘Sinemada İnsan Hakları’ bölümünde ödülü Maryna Gorbach Er ve Mehmet Bahadır Er’in ortak imzasını taşıyan “Omar ve Biz” kazanırken, göçmen sorunları, LBGTI ve kadın hakları, insanlık dışı koşullarda yaşayan işçilerin ve işgal edilmiş topraklarda yaşayan insanların haklarını savunan filmler içinde ikisine değinmeden geçemem. Şili’deki diktatörlük yıllarında, bir direnişçiye aşık olan yaşlı bir gey şarkıcının öyküsünü anlatan, Rodrigo Sepulveda imzalı Şili-Arjantin- Meksika ortak yapımı “Korkuyorum Torero” ve Kanadalı genç yönetmen Sophie Deraspe’nin “Antigone” uyarlaması… Cezayirli göçmen bir ailenin kızı olan Antigone’nin, polislerce gözaltına alınan kardeşinin ülkesine gönderilmesini engellemek için kendini feda etmesini anlatan yönetmen, Sofokles’in tragedyasını günümüze taşıyarak, ülkesindeki yargı sistemini eleştiriyor. Dün, İKSV’nin yeni festival paketi gösterime girdi. Bakalım ne sürprizler çıkacak karşımıza. Söylemesi benden, seyretmesi sizden.