Bir taraf diyor ki; Emine Bulut cinayetinin görüntüleri çekilmemeli, paylaşılmamalıydı. Olaya müdahale etmeyerek bu görüntüyü çekenler hakkında işlem yapılmalı. Diğer taraf diyor ki; eğer bu görüntüler çekilmese bu olay haberlerde hemen her gün yer alan cinayetler gibi okunup geçilecekti. İzlenen şiddetin normalleşmesi tarafından bakıldığında ilk taraf haklı. Olaya müdahale etmeme konusunda da öyle. Ancak kamuoyu vicdanının harekete geçmesi açısından baktığımızda ikinci taraf da haklı. Burada insanın bir defosuyla yüzleşiyoruz. Maalesef “bir kadın daha bir erkek tarafından öldürüldü” cümlesi kamuoyu oluşması için her zaman yeterli olmuyor. Belki her kadın cinayetinde benzer diyaloglar oluyor ama Emine Bulut cinayetine görüntüleriyle tanık olduğumuz için o hepsinden güçlü etki bırakıyor.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda görüntülere olan bağımlılığımız ve bununla ilgili bir tehlikeyi işlemek istiyorum.

MESELE DUVARDAKİ FOTOĞRAF MIYDI?

Hafta başında HDP’li Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine kayyum atandı. Haberi sosyal medyadan öğrendim. Ancak haberin yaygın olarak sunuluş şekli şuydu: “HDP’li belediyelere kayyım atandı, Atatürk fotoğrafı indirilip Erdoğan fotoğrafı asıldı.” Artık iyice şerbetlendiğimiz için tabii başlığı sorguladım. Ancak o da neydi bir de görüntü vardı. Gerçekten de birisi belediye başkanı odasına giriyor ve mevcut Atatürk fotoğrafını indirip Erdoğan fotoğrafı asıyordu. Üstelik videonun köşesinde Anadolu Ajansı logosu vardı. Video çok ilginç bir yerde kesildiği için tamamının peşine düştüm. Çok kısa bir araştırmayla da buldum. Atatürk fotoğrafı evet yerinden indiriliyor ama makam panosunun diğer tarafına asılıyordu. Şaşırtıcı olan bazı haber sitelerinde videonun tamamı varken, haber “Atatürk fotoğrafı indirildi” diye sunulabiliyordu.

Atatürk fotoğrafının yerinin değiştirilmesi ve Erdoğan fotoğrafının asılmasının haber değeri var mı? Evet. Sembolik değeri var mı? Ona da evet. Ancak biri indirildi, diğeri asıldı dediğinizde ‘haberi’ gereksizce manipüle etmiş oluyorsunuz. Üstelik habere karşı açıklama getirecek tarafa da “hayır öyle olmadı, böyle oldu” diyecek bir psikolojik üstünlük sağlıyorsunuz. Daha da önemlisi, haberin asıl konusu seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasıyken, onu gölgeleyecek yeni bir unsur eklemiş oluyorsunuz. “Birileri bunu bilinçli mi yapıyor? Eğer bilinçli yapıyorsa bundan asıl kim kazanç sağlıyor? Yoksa bundan asıl kazanç sağlayan mı yapıyor?” gibi sorulara elimde kanıt olmadığı için cevap veremem. Yine de üzerine düşünmemiz şart.

GÖRÜNTÜ ZAAFIMIZ BAŞIMIZA İŞ AÇACAK

Sosyal medyada yazılı metin ya da photoshop fotoğraf üzerinden sahte haber yayma işi biraz güç kaybetti. Kullanıcılar bu konuda az da olsa mesafe kaydetti. Ancak ‘video’nun gücü hâlâ zirvede. İnsanlar gördüklerine inanmaya eğilimli. Buna karşın ‘deepfake’ dediğimiz teknoloji de giderek ilerliyor. Görmüşsünüzdür, sosyal medyada devlet başkanlarının aslında söylemediği şeyleri mimiğine ve ses tonuna kadar bire bir söylemiş gibi yansıtıldığı videolar dolanıyor. Bu teknolojiyle ölmüş oyuncuların yeni filmlerinin çekilebileceği bile dillendiriliyor. Bu teknolojinin iki büyük riski var. Birincisi; insanlar hiç söylemedikleri ya da yapmadıkları şeylerin bedelini ödeyebilir. İkincisi; gerçekten söyledikleri ya da yaptıkları bir şeye ‘deepfake’ deyip geçerek takipçilerini ikna edebilirler. İnsanlık eninde sonunda bunun da üstesinden gelir ama öncesinde önemli bedeller ödeyeceği kesin.

Hareketli görüntünün manipülasyonu yeni bir şey değil. Bu montajla da yapılabiliyordu. Ancak yeni teknolojilerle birlikte izlediğimize inanma refleksimiz üzerine tekrar düşünmeliyiz. Emine Bulut olayı bir gerçek ama medya ‘görüntü’ olmadan da bir kadın cinayetini, kamuoyunu harekete geçirebilecek şekilde sunmanın yollarını aramalı. Medya okuryazarlığı eğitimi, okulların da ötesinde her yaşa doğru yaygınlaşmalı. Belediyeler dahi bu konuda sorumluluk almalı. Çünkü ‘olmak ya da olmamak’ı geçtik, ‘görmek ya da görmemek’ çağındayız. Görmediysek olmamış gibi olabiliyor ya da tam tersi.