Görselliği okuma ustasıydı

İBRAHİM KARAOĞLU

Yaklaşık kırk yıl önce, ağaçların çicek açmayı unuttuğu puslu bir bahar sabahı tanımıştım Bates Lowry’yi. İzmir’de, eski kitaplar satan bir dükkanın tozlu raflarından birinde rastlantıyla karşılaşmıştık. O zamanlar gizli bir akademiydi Pasaport Kahvesi. Alsancak Kordonboyu’nun en özel mekânıydı; eski İzmir Limanı'nın kıyısında şenlikli bir seyir yeriydi. Bu kahvenin müdavimleri iskeleye gelip giden gemileri, gün batımlarını izler, martılara simit atar, kitap okur, imbatla doldururlardı içlerini... Her kuşağın anılarında silinmez izleri vardır Pasaport iskelesinin ve kahvenin... Kim bilir, Nobel Ödüllü, Urlalı şair Yorgo Seferis de kışları İzmir’de yaşarken Kordonboyu gezmelerinde, belleğinde birikenlerin etkisiyle yazmıştır belki de “Masallarımı gemilerde öğrendim ben” dizesiyle başlayan şiirini. Ve Ahmet Telli’nin de en güzel şiirlerindendir “Pasaport Kahvesi”. 80’li yılların başlarında bizim mekânımız oldu. Kuşağımızın “Hayat Fakültesi”ydi. Ceplerimizde kitap, dergi ve gazetelerle giderdik. Yalnızca çay, ada çayı, kahve değil, bira da satılırdı. Çok kitap okur; tartışır, paylaşırdık. Orada zamane kitapları okuyup tartışmak modaydı. Ben pek uymazdım bu modaya ve güncel okumalarımı gereksinimime göre belirlerdim. Bates Lowry’i de tanıdığımda önce “Pasaport Kahvesi”ne götürdüm. Önce, orada başladım okumaya. Lowry’le buluşmak öyle iyi geldi ki. Çok gençtim o zamanlar. Nedendir bilmem, en çok plastik sanatları; resmi ve resimlere eleştirel bakmayı seviyordum o yıllarda. Bates Lowry’nin “Sanatı Görmek” adlı yapıtı başucu kitabım oldu. Sarıp sarmaladı beni.

“Bir sanat yapıtının yaratılışı, onu al- gılamak ve anlamak, insan ruhunun çok karmaşık iki eylemidir. Bir sanat yapıtı, her birimiz için başka başka tarzlarda varolduğundan bu iki eylemi herkesi tatmin edecek şekilde açıklayan tek bir yol bulunamamıştır. Bu durum, yalnız sanat yapıtının ihtiva ettiği büyüleyiciliği ve kudreti değil, duyarlı bir gözlemci olmak isteyenlere yardım etmek üzere çeşitli anlatım olanaklarını da ortaya çıkarır.” diyen Bates Lowry’nin sunu yazısındaki bu tümcelerin altını çizmiştim o zamanlar. Bir resmi bilinçli okumanın, algılama biçimlerinin anahtarını bulmuştum sanki.

Görme alışkanlığı kazanmayı, görme biçemini, çizginin, rengin, açık ve koyunun sanatsal anlamını, resimde mekânı, mekânda nesneleri, yapıtlardaki görsel düzeni, malzemeleri , teknikleri, eleştirel biçemi ve değer hükmünü öğrenmeye başlamıştım. Kişinin sanatsal yapıtları görme deneyimi kazanmasında, biçem ve değer hükmü yaratmasında, pek çok sanat yapıtı görmesi ve bunlara dair yazılmış daha çok kitap okuması gerektiğini anlamıştım.

O yıllarda çok sınırlıydı plastik sanatların bibliyografyası. Resim sanatıyla ve ressamlarla ilgili çok az kitap vardı. Bu durum sanat dergilerine de yansıyordu. Sergi yazıları azdı. O yıllarda Kaya Özsezgin’in “Milliyet Sanat Dergisi”ndeki yazıları çok önemliydi benim için. Sürekli okurdum onları. O yıllardan başlayarak uzun yıllar boyunca merakla izledim Kaya Hoca’yı.

Her eleştirmen içinde yaşadığı toplumun kültürel örüntüsünde biriktirir kendini. Yaşadığı toplumun kültürel göstergeler dizgesi doğrudan ya da dolaylı biçimde varoluşunu belirler. Kaya Özsezgin bu toplumun plastik sanatlar dünyasını çağdaş bir vizörle gözlemleyerek, izlediği sanatçıların gelişimini, yapıtlarında yansıttıklarını irdeleyerek bütuncül bir birikim oluşturdu yıllarca. Sanatsal yapıtları kendine özgü arayış yöntemleriyle çözümledi. Çok boyutlu bir anlama ve irdeleme etkinliği yarattı. Bugün resim üzerine yazan pek çok genç eleştirmene referans kaynağı oldu yarattığı birikim.

İzlediği sanatçıların yaşamlarıyla yapıtları arasındaki karşılıklı ilişkiyi bütünsel çözümlemelerle sundu. Pek çok sanatçıyla ilgili oluşturduğu monografilerde, incelediği sanatçıların sanatsal evrenlerindeki dinamik uçları buldu. Estetik kaygılarla yüklü bir eleştiri diliyle yansıttı özgül eleştirilerini. Kendine özgü bir yörüngede sanatın içsel değerlerini çağdaş verilerle sorguladı.

Tutarlı bir sanatsal çözümleme, sanatsal yaratının özgürlük kazanmasını sağlar. Algılanım sınırlarını genişletir. Okunmasını çeşitlendirir. İzleyicinin yapıtla ilişki kurmasını, yapıtın içindeki gizil değerleri bulmasını kolaylaştırır. Yeni ipuçlarıyla sanatsal enerjinin açığa çıkmasını, varsıllaşmasını sağlar. Kaya Hoca bu ilkeleri sezdirirdi okurlarına. Yıllarca bu değerleri buldum yazılarında.

Ülkemizde, bugüne kadar en çok sergi, sanat atölyesi, müze gezen ve bunlar üzerine en çok yazan bir eleştirmendi. Sanat tarihi üzerine çok kıymetli kitapları Türkçeye çevirmişti. Çağdaş sanatımızın 20. yüzyıldaki birikimini, sanatçılarımızın biyografileri üzerinden ansiklopedik bir sözlüğe dönüştürerek kitaplaştırması da çok kıymetlidir. Ülkemizdeki modern sanat birikimini kültürel belleğimize kodlayan özgün, temel kaynakları yaratan seçkin bir yazardı.

80’li yılların ortalarında tanıştık. Dost olduk. O yıllarda Ankara’da “Artist” dergisini yönetiyordu. Benim de yazmamı istedi ve onurlandırdı beni. Ankara’ya yerleştiğimde daha çok görüşmeye başladık. O da zaman zaman benim yayın yönetmeni olduğum “Diyalog Dergisi”nde yazdı. Her karşılaşmamızda, buluşmamızda hep öğrendim ondan. Anlatmayı çok severdi. Sonra, “Vincent Van Gogh’un Peşinde/ Modernizmin İzinde” adlı uluslararası sanat projesinde ve pek çok sanatsal etkinlikte birlikte olduk. Güzel anılar daha da çoğalttı dostluğumuzu. Çoğu kez aynı ressamların kitapları/katologları için yazılar yazdık. En son buluşmamız coşkulu bir “Sanat Çalıştayı”ydı. O çalıştaydan dönüşte öğrendim sağlığının kötüleştiğini. Çok üzüldüm. Kısa zamanda da yitirdik onu. Prof. Dr. Kaya Özsezgin, klasik bir hoca olmadı hiç. Hiç durmadan sanata hizmet etti. Sanatımıza değer kattı.

Dönüp geriye baktığımda, ilkgençliğimden beri iki ad mühürlüdür hâlâ belleğimde; biri Bates Lowry, bir diğeri Kaya Özsezgin. Her şeyin fiyatının değeri diye sunulduğu günümüz dünyasında bize sanatın değerini öğreten insanlara şükranlarımı sunuyorum. Ve sanat tarihçi/eleştirmen Kaya Özsezgin ağabeyimi/dostumu, beşinci ölüm yıldönümünde sevgi, saygı ve özlemle anıyorum.