Muhalifi de muvafıkı da görünen köye ulaştı. Sürpriz yok. Ama köyden ötesini bilen de yok. Millet İttifakı’nı, aşan HDP’yi de kapsayan muhalefet, “bu kez galiba başardık” sevincini yaşıyor. İktidar bloku gönülsüz çıktığı bu erken seçim yolunun nereye varacağını biliyor, bir umut, kavga çıkartarak kervanı görünen köye değil, görünmeyen, sisli puslu karanlığa çevirebilir miyiz hayali kuruyordu. […]

Muhalifi de muvafıkı da görünen köye ulaştı. Sürpriz yok. Ama köyden ötesini bilen de yok. Millet İttifakı’nı, aşan HDP’yi de kapsayan muhalefet, “bu kez galiba başardık” sevincini yaşıyor. İktidar bloku gönülsüz çıktığı bu erken seçim yolunun nereye varacağını biliyor, bir umut, kavga çıkartarak kervanı görünen köye değil, görünmeyen, sisli puslu karanlığa çevirebilir miyiz hayali kuruyordu. Olmadı. Tahminler tuttu, muhalefet büyük kentleri aldı; iktidarın gerçekleri çarpıtma çabalarına seçmenler sessiz kalmaz.

Sürpriz, Tunceli ilinde ya da Dersim’de, ne derseniz, bir komünistin seçimi kazanması oldu. Kimilerine fantezi gibi gelebilir; komünist belediyeci Fatih Mehmet Maçoğlu’nun zaferi önemlidir; asimile etmek “artık bizim de bir komünistimiz var” şirinliği ile sindirmek isteyeceklerdir. Şimdi, komünistlerin sisteme biat edenlerden farklı olduğunu göstermek seçilen komünistin ve arkadaşlarının işidir. Bize düşen de “sistem içinde bir ada”da bu koşullarda farklı bir yönetim anlayışı dışında ne yapılabilir konusunda yapıcı eleştirilerde bulunmak olabilir.

Başka sürpriz var mı? Hayır, yok. Sürpriz bundan sonranın işi. Merak edilen seçim yenilgisinin iktidar blokunun politikalarına nasıl yansıyacağıdır. Bir seçim ve seçimde muhalefetin başarı kazanması iktidarın niteliğini değiştirmez. İktidar bloku bugüne kadar nasıl yönetiyor ve niteleniyorsa görünen odur ki, yine aynı şekilde yönetecek, doğal olarak aynı şekilde tanımlanacaktır.

Peki, seçim sonuçları önemsiz mi? Her ne kadar ağırlıklı olarak sistem partileri arasında bir politik mücadelenin sonucuysa da, halkın seçimlere yüklediği anlamla, partilerin sistemle ilgili yaklaşımının farklılığını görmek seçimlerin doğru analizi olacaktır. Siyasi partiler gittikçe daralan meşruiyet içinde yapabileceklerini kendiliğinden sınırlayarak seçime girdiler, seçimin sonuçları ise daha çok halktaki, farklı nedenlerle olsa da, iktidarı değiştirme isteğini gösterdi. Çaba da sonuç da siyasi partilerin bir adım önündeydi.

Bunu partilerin söylemleriyle, halkın sokağa, sosyal medyaya yansıyan talepleri ve söylemleri arasındaki farkta görmek mümkün. Halk dayatılan rejimi ve ekonomik bunalımın arkasındaki sistemi hissetti; siyasi partiler ise ekonomik bunalımı sistemle bağını kopararak teknik bir sorunmuş gibi algıladı, o kapsamda gündeme getirdi. Hiç kuşkusuz halkın sistemle ilgili sezilerinin bir bilince dönüştüğünü söylemiyoruz, ama bunun ipuçlarını görmek mümkündü. Alper Taş’ın başarılı kampanyasına katılım, DevYolcu babanın devrimci oğlu Erdem Gül’ün seçimi kazanması, Tunceli’de komünist adayın ilçeden ile büyüyen başarısı, kayyım atanan illerde sınırlı da olsa alınan sonuçlar sayılabilir, sayılmalıdır.

Ukalalık sayılmasın; bildiğim, bilinçlenme denilen olgu, bir okulda dirsek çürütmek, sonunda sınavları kazanmak gibi bir şey değildir. Bilinçlenme kitlelerin aradıkları, hissettikleri bir gerçeği, bir yerde, bir olayda görüvermeleri ile başlar. Siyaset planlayanların, sol politikacıların, devrimcilerin işi ise, gelişmelere yoğunlaşmak, kitleselleşen gelişmeyi doğru zamanda doğru bir şekilde ve kesinlikle içeriden değerlendirmektir diye anlıyorum.

Seçimlerin bir ferahlık yarattığı doğru; ama kısa tutulması gereken coşku evresinin iktidar blokunun uzun süren İstanbul ısrarından yola çıkarak “yapı paydos, herkes evine” diyebileceği bir evreye dönüşmesini istemiyorsak, “sonraki seçimde iktidar değişmelidir” fikrini, kitleselleşmiş bu bilinci canlı tutmanın çarelerini aramak gerekecektir…