Görünür olmak iki yanlı bir eylemdir: Bir yanıyla görünen açısından, diğer yanıyla gören açısından görünür olmak.

Bu ikili durum sanat türleri için kolaylıkla uygulanabilir. Şiir açısından görünür olmanın yolu okunmaktan geçer. Yazılan bir şiir vardır ama okura ulaşmıyorsa görünür değildir. Buradaki temel belirleyici “gören”, yani okurdur. Şiir yazılarak var olur, okunarak görünür olur. Görsel sanat nesneleri de görülmeleri ile görünür olur…

Bu sanat/estetik süreç işlerken, durup bu işleyişi yeniden/fiziken inceleyemeyiz. Ama alttan alta akan bir süreçtir bu. Farkında varılmayan bu süreçler, yaratıcı ve ilerletici yeniden üretim süreci döngüsü ile yaşam bulur.

Böylesi bir görünürlük işleyişi, tuhaftır ki, derin devlet için de formüle edilebilir. Derin devlet, açık ya da gizli eylemlerini dış dünyaya farklı biçimlerde yansıtır. Amaç, en yüksek görünürlüğü, -en yüksek devlet terörünü- sağlamaktır. Hedef ise “gören” konumundaki tüm insanlardır. Görünürlüğün araçları fiziksel şiddetten manevi baskı ve şiddete geniş bir yelpazededir. Görünürlüğün etkisinin arttırmanın teknik yollarından biri de derinliğin boyutudur. Olabildiğince derin, bilinemez, şüpheli, bulanık, kaynağı belirsiz bir kör şiddet! Böyle bir eylem tarzıyla çalışan aygıt, görünmez alan görünürlüğü ile insanlara ve halklara korku yayar. Yaptığı katliamlarla da ikili bir sonuç elde eder; Hem muhalifleri yok eder, hem de tüm toplumu bu yöntemlerle sindirmeye çalışır. Kısacası, dikey bir derinliktir burada temel olan.

Eskiden böyleydi! Şimdi bu paradigma değişti. Tanık olunan son polis devleti şiddeti bunu gösteriyor. Derin devlet tam bir açıklıkla çalışıyor ver yatay bir derinliğe sahip. Üstelik gündelik politikalarla da, eskiden olduğu gibi bağını ve bağlantısını gizleme gereği duymuyor. Gündelik politikaya egemen bir hali var.

Böylesi bir yatay derinleşme, derinliğin oturduğu alanın da genişlemesi ve çökmesi demek aslında. Öyle ki tüm toplumsal katman bu “ağırlık” altında topluca aşağı kayıp, çukura dönüyor. Yani topluca bir çukurlaşmadır yaşanan. Demokratik değerlerden, insan haklarından, temel ilkelerden, sanat ve kültürden uzaklaşıp bir toplumsal çukur düzlemine dönüşmek. Bu çukur, Cemil Meriç’in çukur metaforundan çok farklı, yaşanan somut ve güncel bir gerçekliktir.

Bu çukurlaşma bahsinde, sözün başına dönersek, kültür sanat ortamı ve erbabı da bu çukurlaşmadan nasibini alıyor. 12 Eylül sürecinde hayatın her alanında olduğu gibi sanat alanında da bir “çökertilme” uygulamasına gidilmişti. Şimdi bunun yerini bile/isteye çukurlaşma almakta. Engels ve Marx’ın Alman İdeolojisi’nden bir anımsama; dış dünyadaki her şeyin kamera obscuradaki ters görünmesi örneğiyle, insanların bilinçleri arasında bir analoji kurulur. Herkesin topluca çukurlaşması ve çukurda olması da böyle bir bilinç durumu demek. Buradaki herkesin içinde, daha dolu bilinç durumlarıyla, içine düşürülen çukurun farkında olması gereken ve buna karşı edimler beklenen kültür sanat erbabı, yani yazarlar şairler var. Ne var ki, çukurdakilerin görünürlüğü de bir eşitlik içinde: Herkes çukurda olunca görünürlükte sorun yok. Herkes kendini bulunduğu o “eski” yerinde sanmakta!

Bu kadar zulme, kana ve katliama karşın, büyük insanlığın büyük çoğunluğu çukurda!

Haftaya dize; “Herkesin çukuru kendi uykusu içinde büyüyor.” (M. Güner Demiray, yaşam sanat, sayı 14)