Ben insanım. Pozitif psikolojinin direttiği gibi köksüz, bağsız bir kendilik değilim. Benim gülüşüm bazen bin bir acı saklar.

Görünüş

Nesli ZAĞLI

-Çok mutlu bir insana benziyorsunuz, dedim
Güleç yüzü daha bir güleçleşti
-Ben mi, mutlu mu diye sordu
-Evet dedim. Mutluluğunuz yüzünüzden okunuyor
-Ne garip dedi. Annemi dün, karımı da bugün yitirdim

Ferit Edgü

Pozitif paradigmanın iflası

Bu dünyanın başına en büyük çorabı örmüş paradigmalardan biri pozitif psikolojidir. On dokuzuncu yılların sonlarında, Rönesans ve aydınlanmaya varan köklerine karşın, pozitif psikoloji, yirmi birinci yüzyılın ikinci yarısında Martin Seligman tarafından inşa edilmiştir. Evet, inşa edilmiştir; aynı bir holding binasının inşa edilmesi gibi ve mutluluk endüstrisinin yegâne paradigması olarak kabul edilmiştir. Pozitif psikolojinin önermeleri nasıl da pırıl pırıl, nasıl da umut vericidir. Der ki; sen eşsiz ve çok özel bir varlıksın. Sana ait her şey çok özel. Sen kendinde ve çevrende her şeyi değiştirebilirsin, yeter ki içindeki olumluya odaklan. İyi düşün, iyi seç, iyi olsun. Peki ya olumsuzluklar, hastalıklar, kayıplar, yaslar, krizler, kaoslar dediğinde ise cevap hazır: Bunlar seni değiştirip, dönüştürüp, daha güçlü kılacak. Yeter ki sen iste, yeter ki sen iste, yeter ki sen iste! Mutluluk peşinde koşan guruların ve müritlerin, türlü türlü ekollerin, olumlamalar üzerinden bir kendilik, bir kimlik ve bir gelecek üretenlerin mottosu işte bu! İstemen ama çok istemen lazım; o adamı, o arabayı, o işi, o evi… Ne kadar istersen evrenin çekim gücü o kadar artacak. Ne kadar da müthiş vaatler bunlar. Cazibesine kapılmamak için biraz benim gibi iflah olmaz bir muhalif olmak gerekiyor.

Pozitif psikoloji ve tüm hezeyanlı öğretilerine muhalif olmamak mümkün mü? Kapitalizme dair her şeyde olduğu gibi, kökeni Kuzey Amerika. O nedenle de tarihten, politikadan, gerçeklikten ve bağlamdan tamamen kopuk bir paradigma. Bilimsel kanada baktığında, pozitif psikoloji yaklaşımına dair faktörlerin psikolojik ve hatta fiziksel iyilik halini arttırdığına dair veriler çok. Optimizmin bağışıklığı güçlendirdiği, deneyime açık insanların travmalar sonrası gelişim gösterdiği, iyi hisset diyen kendine yardım kitaplarının bazen antidepresanlardan bile daha etkili olduğu gibi göz dolduran, yürek kabartan araştırma bulgularına rastlamak mümkün. Peki tüm bu fantastik yararlara niye karşı duralım ki? Duralım çünkü bu çalışmalar çoğunlukla kesitsel. Kesitsel demek yaşam boyu bir seyri değil, belli bir zaman dilimini baz alıyor demek. Yani 3 ay sonrasını çoğu zaman bilmiyoruz. Pozitif psikologlar için tek odak etkin, yetkin, iyimser, güçlü ve gelişmeye açık bir kendilik. Kendine yardım kitaplarına meraklı o kadar çok danışanımın, depresyonlarından, çökkünlüklerinden, verimsizliklerinden veya “kendilerini gerçekleştirememekten”, kendilerini sorumlu tuttuğunu gördüm ki. Mutsuzsan sorumlusu sensin deniyor. Kimse kişinin öyküsüne, ailesine, sosyal çevresine, içinde yaşadığı toplumun adalet ve hürriyet seviyesine bakmıyor.

Pozitif psikoloji mahallenin en parlak, en jön, en hürmet gören ağabeyi gibi. Mahallede hayal kırıklığını, hüznü, çalkantıları, sallantıları sevmiyorlar. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, ışıklar saçarak gezmen bekleniyor. “Ne kadar da pozitifsin, enerjin ne kadar yüksek”! Işıltılı sosyal varoluşuma o kadar alışıyorum ki, eve gelince bile o sosyal maskemi hemen çıkaramıyorum. Eğer pozitif varoluşumdan bir soyunursam, tüm olumsuz duygular hücum edecek. Dayanamaz da ağlarsam ne olacak? Çocuk gibi ağlanır mı hiç? Çocukken dahi ağlamasına izin verilmemiş çocukları bilir misiniz? Evet, gerçekten bazıları için gözyaşı büyük bir günahtır, başarısızlıktır, güçsüzlüktür, büyüyememektir. İnsan canlısının duygusal devrelerinin bu en büyük katalizörünü ayıplayan zihniyet, sadece erkeğe değil, kadına, çocuğa da sataşıyor. Bunu da orada veya burada değil, evrensel olarak hemen hemen tüm toplumlarda yapıyor. Toplumun gözyaşı çeteleri var ve gözlerin yalnızca boşalmasından değil, dolmasından da anlamlar çıkarıyorlar. O kadar hırslandı ki, bir an o kadar öfkelendi ki… Doluverdi gözleri. Aslında göz yaşı, büyük çoğunluğu olumsuz olan ne kadar geniş bir duygu yelpazesine eşlik ediyor. Ve gözyaşı ne kadar çok yaşam öyküsünün tüm tuzunu taşıyor. Deniz’lerin, Mahir’lerin, katliamların, yakılanların, idamların, infazların, bombaların, kayıpların, şehitlerin, annelerin… Neden bize birkaç damla gözyaşını fazla görüyorsunuz ki?

Çünkü siz yası sevmiyorsunuz. Birini kaybettiğimde, neyse ki aniden olmadı, doya doya vedalaştın diyorsunuz örneğin. Yaşlımı kaybedince güzel yaşadı, Allah sıralı ölüm versin diyorsunuz. Allah çektirmedi, kurtuldu diyorsunuz. Neden benim yasıma tahammül edemiyorsunuz? Kaybettiklerimin ardından anmama izin vermeyen devletten sizin ne farkınız var? Ben acılarımı yarıştırmak istemiyorum, ben diğerlerinden şanslı olduklarımı bulup yaslanmak istemiyorum. Ben elimi ağrısı dinmeyecekmiş gibi olan kalbimin üstüne koyup yitirdiğimin ne olduğunu anlamak istiyorum. Kaybettiğime bazen kızmak, bazen özlemek, belki de yıllarca vedalaşmamak istiyorum. Belki gün aşırı kabristana gitmek, belki her akşam fotoğrafları, albümleri önüme yaymak istiyorum. Belki her gün ondan yadigâr kalana sığınmak istiyorum. Bana tanı koymayın, ertelenmiş yas demeyin, komplike yas demeyin. Hayatımı tek parça devam ettirdiğim müddetçe bana tedavi önermeyin. Yasımıza kıyaslamasız, şartsız, koşulsuz saygı istiyoruz beyler, bayanlar!

Ben insanım. Pozitif psikolojinin direttiği gibi köksüz, bağsız bir kendilik değilim. Benim gülüşüm bazen bin bir acı saklar. Ben sadece özgür iradeden, seçimlerden, yetkinliklerden ibaret değilim. Çocuk doğurup bir canlıya yaşam vermenin ve sürdürmenin yüküyle depresyona girebilirim. Bir okula, bir kariyere, bir başarıya ulaşmaya çalışırken kaygıdan darmadağın olabilirim. Bir türlü toparlayamadığım borçlarım yüzünden intiharın eşiğine gelebilirim. Bana sakın “hepsi senin aklında bitiyor” demeyin. Ben hayatın içinde çok çaresiz hissedebilirim. Sen elindekilerin kıymetini bilmiyorsun demeyin. Beni o tanıdığınızla kıyaslamayın. Benden her defasında yıkılıp yıkılıp ayağa kalkmamı beklemeyin. Pozitif psikoloji fena halde yanılıyor. Hayat hepimize en az yolun bir yerinde dokunduruyor. Örneğin dikkatinizi çekmek isterim ki pandemiden, ekmek yapan da, yoga yapan da, canlı yayın yapan da yara aldı. Bu nedenle bazen tutunmak, üretmek ve ilerlemek de yetmiyor. Süpermen olmak lazım bazen…

Pozitif psikoloji tarihten, ekonomi-politikten, evrensellikten, psikanalizden ve her türlü kapsamlı okumadan uzak bir hal. Meslektaşlarımdan bu konularla aşırı ilgili olan ve bu global, makbul paradigmayı şova dönüştüren çok kişi var. Sosyal medyada çarşaf çarşaf anlatıyorlar aslında ne acayip gizli yeteneklere sahip kişiler olduğumuzu. Değişimin ve dönüşümün bu kadar çok önemsendiği bir çağ yoktur sanırım. İnsan sormaz mı? Neyden değiştin, neye dönüştün? Ama bu önemsiz değil mi, çünkü sen değerlisin ve en iyisini hak ediyorsun. Kimse de demiyor ki madem böyle altın gibi, dolar gibi bir şeyim, neden o zaman bu kadar acı çekiyorum. Bakınız yirmi birinci yüzyıl��n ilk çeyreğinde bu pozitif zamazingo iflas etmiştir. Pandemi, hâlâ sürmekte olan savaşlar, terör, global ekonomik buhranlar, çevre ve iklim krizi bize göstermiştir ki, insan dünyanın merkezi değildir. Hani “Mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini” demiş ya Manly Hall. Pozitif psikoloji insanın önemini bas bas bağırırken, küresel bir çaresizlikler orkestras�� onun ölüm marşını çalar oldu. Bunun geri dönüşü yok. Siz de artık olumsuz duygulara yönelik faşistliğinizden yavaş yavaş sıyrılın. Hüznü de, hayal kırıklığını da, çaresizliği de, kıskançlığı hasedi de, öfkeyi de alaşağı etmeyin. Psikolojinin içinden pozitif olana, popüler olana, kişisel gelişimci olana güvenmeyin. Onlar sizi sadece işine gelen yönlerinizle seven sevgili gibidir. Çok meraklısıysanız yazımı okuyabilirsiniz eskilerden. Bilim, akıl, izan pozitifinin de, negatifinin de içinde olduğu sarmal bir hayat döngüsünü önümüze koyar. Lineer olmayan, belirsizliği bol ve bazen sarsıcı. Üç kuruşluk haz ve mutluluk için gerçeklikten sapmayalım.