Geçen hafta da savaş üzerine yazmıştım, ne yazık ki bu hafta da böyle. ABD halkının yarısı İran’la savaşın çıkacağına inanıyormuş… O yüzden yani! Af ola! Şimdi uzuvları kopuk bedenler, dağılmış beyinler ve kan, buzlanmış görüntüler olarak sunuluyor. Net görülmeyenin hayalde canlandırılması, çıplak görüntüden daha mı az zararlı, buzlu görüntüler insan ruhunda nasıl bir etkiye sebebiyet […]

Geçen hafta da savaş üzerine yazmıştım, ne yazık ki bu hafta da böyle. ABD halkının yarısı İran’la savaşın çıkacağına inanıyormuş… O yüzden yani! Af ola!

Şimdi uzuvları kopuk bedenler, dağılmış beyinler ve kan, buzlanmış görüntüler olarak sunuluyor. Net görülmeyenin hayalde canlandırılması, çıplak görüntüden daha mı az zararlı, buzlu görüntüler insan ruhunda nasıl bir etkiye sebebiyet veriyor? Yeterince görmeyerek ruhumuzu mu koruyoruz? Yoksa korkuyu besleyip, dışımızda olan bitenden uzaklaştırıyor ve kendi içimize daha çok mu kapanıyoruz?

Şiddete anti-estetik olarak bakmak, estetik olanı da varmış sonucuna mı götürür?
Alexander Kluge’ın, Sinema Hikâyeleri kitabındaki Marinetti’nin pasajıyla başlayayım: (çev: Haluk Uluşan)

“Biz fütüristler, 27 yıldır savaşın anti-estetik olarak nitelenmesine karşı çıkıyoruz… O halde ilan ediyoruz. … Savaş güzeldir, çünkü gaz maskeleri ve küçük tanklar sayesinde insanların köleleştirilmiş makineler üzerindeki hâkimiyetini gerekçelendirir. Savaş güzeldir, çünkü o insan vücudunun düşlenen metalleşmesinin başlangıcıdır. Savaş güzeldir, çünkü çiçekler açan bir çayırı mitralyözlerin ateşten orkideleriyle zenginleştirir. Savaş güzeldir, çünkü tüfek atışını, yaylım ateşini, ateşkesi, parfüm ve çürük kokularını tek bir senfonide birleştirir. Savaş güzeldir, çünkü büyük tanklar, geometrik uçak filoları, yanan köylerden yükselen duman helezonları gibi yeni mimariler ve daha pek çok şey yaratır… Fütürizmin şair ve sanatçıları… savaşın estetiğinin bu ilkelerini hatırlayın ki şiiri ve plastik sanatları bulma gayretiniz… onlar tarafından aydınlatılsın!”

İtalyan fütürist Marinetti tarafından yazılan ‘Etiyopya Sömürge Savaşı’nın Manifestosu’ndan bu bölümü Walter Benjamin faşizmin imgesini ortaya çıkarmak için alıntılıyor. Amacı faşist sinema tarafından kullanılmayacak, buna karşılık özgürlüğün sineması için kullanışlı olacak bir film kuramı geliştirebilmek…

Diktatörlerin kendileri ve ülkülerinin propagandaları için sinemayı araç edindiklerini biliyoruz. Benito Mussolini, İtalyan İmparatorluğu ülküsünün propagandası için devletin tekeli olarak 1937 yılında ‘Cinecitta’ film stüdyolarını kurdu. Estetik anlayışları iyi filmler yapmaya yetmedi, başarıya ulaşamadılar. Savaş sonrası devlet tekeli kalkınca Antonioni, Visconti, Puccini gibi sinemacılar oldukça politik filmler ürettiler.

Yaşanan şiddeti estetik bulmak, hatta Marinetti gibi gerekli bulmak çok başka bir boyut.

11 Eylül’de İkiz Kulelerin yıkılma görüntüleri karşısında avangard müziğin bestecilerinden Stockhausen, saldırıyı performans olarak nitelendirdi, bütün kosmosun en muhteşem sanat eseri olduğunu söylemekten çekinmedi.

Gösterinin, sanatsal üretimin önüne geçtiği bir dönem yaşandı. Şiddetin görüntüleri sanat eseri olarak okunabildi. Irak Savaşında Ebu Gureyb Cezaevi’ndeki işkence fotoğrafları Goya’nın tablolarına benzetildi.

Makyajla gözleri morartılan kadınları model olarak kullanan fotoğrafçı Vasil Germanov’un ‘Victim of Beauty’ (Güzellik Kurbanı) serisi (kurgu) örnek olarak gösterilebilir. Eleştirel yaklaşımla yapıldığı iddia edilen böylesi çalışmalar, şiddet eğilimini besleyen ürünler olarak neden düşünülmez? Kurgulanarak gerçeğin yeniden üretimi olan bu postmodern çalışmalar estetiğin rastgele tüketimini oluşturmuyor mu? Böylesi fotoğrafların galeriler ve koleksiyonerler eliyle meta değerine ulaşmasına ne demeli?

Debort gösteriyi “imaja dönüştürene kadar yoğunlaşmış sermaye,” olarak tanımlar. (Ali Artun, 9/11 Yıkıntı Estetiği)

9/11, ABD için bir imaj yenilgisiydi de aynı zamanda, böyle de okundu. Sonra ABD kaybettiği imajı kazanmak için, teröre karşı savaş gerekçesiyle başlayan (asla enerji kaynakları değil!) Irak işgalinin yıkım ve katliam görüntüleriyle yani yine imajla karşılık verdi: Savaşı naklen yayınladı. Sanki asıl olan savaş değil de gösteriydi.

Yerlerinden, yurtlarından göç etmek zorunda kalan ya da bombalar altında bedenleri parçalanan ve ölen insanların esamesi okunmuyordu bile.

Sansürlediler olmadı, aleni gösterdiler olmadı, buzladılar olmadı, sanatı işin içine bulaştırdılar o da olmadı.

Şiddetin estetize edilmesi insana dair tüm duyguları da iktidar alanına sokmak gibidir, unutuldu… Unutulmasın…