Adını her daim sevgi ve saygıyla andığım, lisedeki edebiyat öğretmenim İsmet Kültür, “Kafası çalışmayanın ayakları çalışır, işte bu da futboldur” derdi.

Adı üzerinde futbol, yani “ayak topu”…

O zamanlar öyleydi… Şimdi futbol büyük bir endüstri… Oynayanın da, oynatanın da kafası çalışıyor.

Gençliğimde ben de biraz futbol oynadım sayılır; mahalle maçlarında “kaleci” durarak… Ama bugün fanatik bir futbol seyircisi değilim.

Maça gitmişliğim bir elin parmaklarını geçmez, ama televizyonda Göztepe’nin, Akhisar’ın, Adana Demirspor’un maçlarını izlemeye çalışıyorum “Anayurt Oteli”nin unutulmaz yazarı Yusuf Atılgan, amatör küme takımlarının maçlarını izlemekten zevk alırdı; bu nedenle de sık sık Vefa stadının yolunu tutardı.

Şair Kemal Özer ile Ülkü Tamer de sıkı birer futbol tutkunudurlar.

Kemal Özer, koyu bir Beşiktaş taraftarıdır;  gençliğinde Beşiktaş kulübünde atletizm yarışlarına da katılmıştır.

50’li yılların sonlarında Özer ile şair arkadaşı Ülkü Tamer Beşiktaş-İstanbulspor maçına giderler. O yıllarda iki maç arka arkaya oynanmaktadır.

Soğuk bir kış günüdür, ilk maç başlar.

Bu sırada yanlarına bir adam gelir. Elindeki fileyi açar, gazete kâğıdına sarılı bir büyük şişe kanyak çıkarır.

“Belki bir tanıdığa rastlarım” diye iki de kadeh getirmiştir.

Gerçekten de bir tanıdığına rastlar ve birlikte içmeye başlarlar.

Adam, daha sonra boş şişe ile kadehleri yine gazeteye özenle sarıp filesine koyar.

İkinci maç başlayınca herkes ayağa kalkar.

Adam da kalkar, ama ayakta zor durmaktadır.

Derken Beşiktaş bir gol yer, bunun üzerine sonradan Beşiktaşlı olduğu anlaşılan adam, başlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya… Biraz sonra Beşiktaş’ın golü gelir.

Bu kez adam, “Heeytt” diye bir naranın ardından, elindeki fileyi sevinçle yere vurur. Kanyak şişesi ile kadehler paramparça olur, herkes bir yana kaçışır. Fakat adam, yine özenle kırılan şişe ve kadehleri toplayarak filesine koyar.

Ardından da düşüp bayılır.

Çevredekiler kolonya ve su ile adamı ayıltırlar.

Bu sırada bir penaltı kazanır Beşiktaş…

Penaltı auta gidince bir kez daha bayılır adam… Yine kolonyalar, sular, adamı ayıltma çabaları… Ülkü Tamer, Kemal Özer’in kulağına eğilir:

“Dua et, maçta bir penaltı daha olmasın. Ne biçim Beşiktaşlısınız, atsanız adam sevinçten bayılıyor, kaçırsanız kederinden…”

Evet, spor bir keyif oyunu; siyasetçilerin ise hiç de gösteri merakının oyuncağı değil, olmamalı da… Bugün bakıyorsunuz, sporu da bir rant alanı gördükleri için olur olmaz her karşılaşmada mikrofon karşısına geçme telaşındalar.

Mesela bir tenis turnuvasının açılış töreninde sporla hiç ilgisi bulunmayan iki bakanın konuşma yapmaya çalışmasının ne anlamı var?

Efendim, turnuvanın yapıldığı spor tesisinin inşasında bakanın çok emeği geçmiş… Hadi canım, bakanlar yapılan tesislerin paralarını kendi ceplerinden mi veriyorlar?

Televizyonlar yurt dışında yapılan spor karşılaşmalarını da veriyor.

Hangi spor yarışması sonunda Avrupalı bir bakanın, başbakanın, başkanın konuşmasını görebiliyorsunuz?

Bu işin yandaşlıkla falan ilgisi de yok… Düpedüz alaturka şark kurnazlığı…