Önce su vardı, sonra nasıl oradan buralara kadar geldik? Ne ara ahlaksızlık, yolsuzluk, kötülük, aç gözlülük gibi kavramları öğrenip benimsedik acaba? Daha yeni yeni sudan çıkan, yüzgeçleri üzerinde emekleyen balıklar gibiydik…

Kötülüklerin dünya üzerindeki merkezi olmaya aday mıyız bilemem ama global ölçekte de gayet iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Özellikle artık bilgi çağındayken bile cahilliği –dünyanın önde gelen ülkeleriyle birlikte- yüceltmemiz, kabalığın ve kültürsüzlüğün geçer akçe olması bu bağlamda harika.

Tabii bunun yanı sıra “medeni ülkelere” –ki bu kavram da tartışılmaya açık- nazaran başka bir özelliğimiz daha var. Gösteriş sevdamız… Her coğrafyada benzeri gösteriş meraklıları var tabii ki. Üzerine zincir, takoz, çekme halatı gibi aksesuarlar takan bireylerden, kullandığı pahalı –ve pahalı olduğu için başkaları tarafından erişmesi zor olan- tüketim metalarıyla hava atmaya çalışan bireyler her zaman her yerde olacak. Bizdeki avantaj tasarım kültürüne ve daha da güzeli görsel bir kültüre o kadar da sahip olmamayı tercih etmek. O yüzden bizim ve bizim gibi memleketlerin gösteriş ürünleri genelde “Koy üzerine ne varsa abi” yöntemiyle kendini belli etmekte.

Bir koltuk düşünün. Kimisi gösterişini fonksiyonellik ve estetiğin birleştiği bir tasarım ürünle sergilemeye çalışırken, kimisi de üzerine ne bulursa atma yöntemini tercih ediyor. Varaklar, kaplamalar, taşlar, abartılı nakışların bini bir yerde oluveriyor aniden.

Gösteriş de evrensel bir görgüsüzlük davranışı. Kimisi bunu itibar olarak konumlarken, kimileri ise sadeliği bir gösteriş yöntemi olarak tercih etmekte. Sonuçta ikisi de “gösteriş” ana başlığı altında yer alırken, birisi abartılı tasarımıyla daha çok dalga geçilebilecek, daha karikatürize bir şey haline geliyor.

İşlevden uzaklaştıkça işler daha da gülünç hale gelmekte. Günümüzde artık su gibi en temel kaynakların bile tükendiği, birkaç yıl içinde ülkelerin su savaşlarına gireceğini fark etmek için kâhin ya da bir gazetede astrolog olmaya gerek yok. Malum gezegenlerin konumu sayesinde herkes geleceği okuyabiliyor.

Peki, okuduğumuz geleceğin ne kadarını anlıyoruz?

Neyse ya, zaten bunları yazmak ya da kayıt altına almak da gündelik yaşama, yaşam kalitesi olarak bir katkıda bulunmuyor. O yüzden gülüp geçmeyi tercih ediyorum gördüğüm sonu gelmeyen konvoylara, varak varak üstü sanki padişah büstü mekânlara ve diğer her türlü gösteriş çabasına.

Bir yandan da mesela gösterişi çok seven bir arkadaşım var. Çocuk kendi düğününde gelinden fazla kıyafet değiştirdi. Instagram hesabında ellerinde envai çeşit yüzükler, sıra dışı tasarımlı gözlükler, kürkler filan giydiği fotoğrafları var. Peki bu davranışı ona ne getiriyor? Ne biliyor musunuz? Aynen Nasrettin Bey’in dediği şeyi. O kürkler, gözlükler, pahalı saatler, yapmacık tavırlar sayesinde toplumda bir şekilde kendine farklı bir yer buluyor. İnsanlar sevse de sevmese de kendisiyle ilgileniyor. Toplumsal davranış biçimi olarak da saksağanlardan çok fazla ileri gidemememiz beni bir yerde üzmekte, bir yerde de huzurla doldurmakta.

Parlayan, ışıldayan, şıkır şıkır bir şey gördüğümüzde ilgimizi çekiyor. “Neymiş bu?” diye bakıyoruz. Kimimiz ilgilenmiyor ama büyük bir çoğunluk için geçer akçe hâlâ bu gösteriş. Doğada da benzeri örnekleri var ama onlar sadece üremek için tercih ediliyor. Bizde ise üremek için bile olmasa başka bir durum için tercih ediliyor: Hayatta kalmak.