Milli maçlarda olsun, derbi ya da önem arz eden maçlarda olsun bize ait tepkimelerin içeriği, maalesef futbolun gereklerini yerine getirecek ayrıntılar yerine duygu yüklü olur.

Haliyle, ne rakibin ne de takımın ne oynadığı ile ilgi fazla bir beklentiye girmek de çok doğru görünmez bir hal alıyor. Gerçi bu bilgiyle ilgi sıkıntısı olan büyük kitlenin işine gelmekle beraber, futbolun kendi koşullarında tartışmayı alta çekerek bir kıraathane ortamında çırpınmaya kadar süreç uzayıp gidiyor.

Euro 2020 şampiyonasında ortaya net iki uygulama çıktı.

Birincisi; bölgesel taktik farklılıkları ve buradaki set oyunlarındaki geçiş oyunlarının oyuncu ve bölge üzerinden değişimler...

İkincisi; baskı artık taktiksel bir bütünlük haline gelerek, ön alandan ikinci bölgeye kadar baskı unsurlarını kullanarak rakibin geçiş oyununa ve taktiksel bütünlüğüne izin vermemek oldu.

Bu taktiksel unsurları da belirleyen iki faktör vardır: sahaya yüzde 60-70 etki eden teknik direktör donanımları ve futbolcu kalitesi. Her ikisinin de özel olmalarından dolayı, paradan (!) ziyade gelinen noktanın tanımın iyi yapılarak sürecin dışında kalmamaya özen göstermek gerekir.

Kulüpler bazında da gelinen noktanın analizi yapıldığında, harcanacak paranın ederi kulüplerin şu anda harcadığı paraların ederinin altında kalmakla birlikte, bunun paradan çok bir anlayış ve kültürün etkisi olduğu da alenen bellidir.

Bizim tabii ki kültürümüz var…

Menajerlerin egemenliğinde ranta dayalı piyasa (!) ekonomisi.

Borçlanma ile borçlanmanın izleri temizlenerek, nereye gittiğini belli etmemek için genel kurullardaki ibraların kalitesi! Bunlar birer kültürdür.

Bu kültürün etkisi futbola yön vererek bir yapı kurdu. Bu yapının en üst noktası TFF olmakla birlikte, aslında yukarıdan aşağıya doğru bir saadet zinciri şeklinde içindekileri mutlu ederken, kulübün kendisini ve tarihsel bütünlüğünü ile taraftarı mutsuz etmektedir.

Ama herkes kabullendi…

Belki de bunun adı arsızlıktır!

Bakın, Stefan Kuntz’un bile göz yaşları taktiksel bütünlüğü olmadan oynattığı takımın başarısızlığının önüne geçerek kabul gördü ve ‘bizden’ olduğu üzerine görüşler bildirilmeye başlandı.

Deneyimsizliği bir kenara bırakılarak, geldiği konum ile şu andaki konum arasında geçişi sağlayacak mesleki kurgular içinde olması gereken donanımlar için görev hiyerarşisine sahip olması gerekirken birden ‘bizden’ oldu.

Ne bölgesel set oyunu üzerine, ne bölgesel geçiş oyunu üzerine hiçbir formasyonu sahaya yansıtamamasına rağmen ‘bizden’ yaptık onu.

Rakibi oyundan düşürmek için, set oyunundaki topun bir dakikanın üzerinde takım da kalması gerektiği üzerine bir planı yokken, her pas geçişinin 3 saniyenin altında olması gerekirken, kaleye inmedeki atak kurgusunun 13 saniyenin altında olması gerekirken ‘bizden’ olup çıktı.

Caner, Kerem ikilisinin oynamaması gerektiği üzerine taktiksel kurguyu analiz edemezken, Halil ve Yusuf gibi oyuncularının oyuna etkisi üzerine bir taktik geliştirememişken ‘bizden’ oldu.

Maça santrforsuz başlayıp, neden sonuç alamayacağını önceden görmezken, son on dakikada içinde iç içe üç santraforu aynı bölgede oynatmaya çalışıp, kıraathane taktiği olan doldur boşaltı kullanırken mahallenin abisi formatında ‘bizden’ oluverdi.

Tüm aday kadroyu ve ilk 11’i Hamit Altıntop seçmesine rağmen, kendisini de o getirdiği için her şeyi kabullenip, hiçbir şey yapmayarak Hamit Altıntop’un sorumluluğunu da alarak göz yaşlarını döktü.

Peki hangi maçta? Letonya’ya karşı…

Guruptan çıkmayı garantiledik mi? Hayır…

İkinci olmayı garantiledik mi? Hayır…

Yani ‘ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim’ oldu.

Eğer ortada ağlanacak bir durum varsa, bu oynattığınız ve yönettiğiniz futbolun haline olmalıydı. Belki o zaman bir karşılığı olurdu.

Şampiyonaya gitsek bile olacaklar bu kadar belliyken, gözyaşlarını bırakıp sahaya dönmekte yarar var.

Bakın pandoranın kutusu açıldı ama kimsede ‘tık’ yok. Herkes ölü taklitti yapıyor.