Sorumluluk duygusuyla çalışmak, yaptığını iyi yapmak, kaliteli eğitim için uğraşmak, bunların hepsi çok önemli. Bir millet soykırıma uğrarken, insanlara zulmedilirken işe yaramasa da, en azından ülke iyice battıktan sonra toparlanmaya çalışırken işe yarar. Tarih böyle gösteriyor

Gözdağı günlerinde medyaya destek

BİLGE SELÇUK*
@byagmurlu

Zor günlerden geçiyoruz. Bu günlerde umudunu kaybedenlerimiz az değil. İşe yaradığını düşündüğümüz şeylere inancımızı bir bir yitiriyoruz gibi. En beğendiğimiz, güvendiğimiz insanlar, zor günlerde örnek aldıklarımız bile yavaş yavaş elimizdeki araçların bir sonuç getirdiğine dair umutlarını kaybetmeye başladı. Sokağa çıktık olmadı, sosyal medyada yazılar paylaştık olmadı, günlerimizi gecelerimizi olayları anlamaya anlatmaya harcadık, olmadı diyorlar. Bari en iyi yapabildiğimiz şeylere bakalım, mesleğimizi iyi yapalım, eğitime önem verelim, soyut değil somut şeylerle uğraşalım, en çok böyle işe yararız, diyorlar.

Kısmen haklılar, evet, yaptığımız işi iyi yapmak ve eğitime önem vermek elbette çok değerli. Kuşkusuz yeri doldurulamaz ve mutlaka bir gün işe yarar. Bir Almanya mesela veya Japonya, işte tam olarak da bu özelliklere sahip olmasalardı 2. Dünya Savaşı sonrası çabukça ayağa kalkıp dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına girebilirler miydi? Sorumluluk duygusuyla çalışmak, yaptığını iyi yapmak, kaliteli eğitim için uğraşmak, bunların hepsi çok önemli. Bir millet soykırıma uğrarken, insanlara zulmedilirken işe yaramasa da, en azından ülke iyice battıktan sonra toparlanmaya çalışırken işe yarar. Tarih böyle gösteriyor.

Yani demem o ki, bunların hepsinin önemi yadsınamaz, ama biri, diğerinin yerine de geçmez. Eğitime önem vererek, mesleğimizi iyi yaparak, sivil toplum kuruluşlarında çalışarak da topluma somut şekilde katkı yapmaya gayret edebiliriz; ama gazete okumak, yanıbaşımızda neler olduğuyla ilgilenmek, bilgilenmek bunlarla örtüşmez ve dolayısıyla biri diğerinin yerine geçmez. Biri ötekinin alternatifi değildir, dolayısıyla bunlardan birini tercih etmemiz gerekmez.

Bakın dünden önce ismi ‘penguen belgeseli oynatan kanal’ olarak kalan CNNTürk, dün Kürtçülükle suçlandı, gazetecileri tehdit edildi, dövüldü, gazete binaları basıldı; bugün ise kendisine saldıranlar serbest bırakıldı. Bugün sırf doğru dürüst bir gazeteci olduğu için Can Dündar’a kendi çektiği Gözdağı belgeseli yaşatılmak isteniyor. Medyanın her alanında gazetecilik yapmak uzun zamandır zor bu ülkede; ama bugün belki de en zor. Bir bakıyorsunuz, Gezi sonrasında kendine ancak alternatif haber kanallarına yer bulabilen gazeteciler geri çağrılmış; bu arada bazıları başka kanala, başka görevlere kaydırılmış. Bir bakıyorsunuz, açık sözlülüğüyle bilinen gazetecilere bazen ambargo konuyor, bazen sular durulunca tartışma programlarına tekrar davet ediliyorlar. Bir bakıyorsunuz, Gezi’de sessiz kalan CNNTürk, en güzel Gezi belgesellerinden birini yayınlıyor (Rıdvan Akar’a bu vesileyle teşekkürler). Biz de bu arada neler olup bittiğini izlemeye, anlamaya çalışıyoruz, bunun ne menem bir denge sorunu veya oyunu olduğunu...

Bu dengeyi her gazete gözetmiyor elbet. Tirajı gerçekten çok az olan muhalif özgür gazeteler var. Ama bir de esas sosyal medya var, herkesin kullandığı... Basılı gazeteler nasıl satın alınarak ve elden ele dolaştırılarak okunuyor ve söyledikleri böylece yayılabiliyorsa, bugün internet gazetelerindeki bilgiler de böyle paylaşılarak yayılıyor. Aynı okuyup bitirdiğimiz gazeteleri aile içinde, komşularla, arkadaşlarla paylaşırken, beğendiğimiz yazıları çevremize tavsiye ederken yaptığımız gibi. Aynı sevdiğimiz kitapları, dergileri, karikatürleri birbirimize önerirkenki gibi. Aynı halk kütüphanelerinden yararlanır gibi neredeyse bedava... Ve internet ortamında bilgi paylaşmak gazete basmaya, çoğaltmaya göre çok daha ekonomik, çok daha hızlı, ulaşılabilir.

gozdagi-gunlerinde-medyaya-destek-92287-1.Okuduğunu paylaşmak, bilgiyi yaymak olduğu için önemlidir. Bugün bilgi artık çok hızlı yayılabilecek bir form aldı. İktidarlar bunun için sosyal medyayı bu kadar tehlikeli bulmuyor mu? Televizyonlara kayyum atanırken, gazeteciler, medya çalışanları kovulurken, iş bulmaları yıllarca engellenirken, geriye kalan en önemli bilgi yayma alanı internet, yani sosyal medya değil mi? İnternet televizyonculuğu bu ortamda ortaya çıkmadı mı? T24, Diken, Bianet ve daha pek çok internet sitesi bu sebepten kurulmadı mı? Sırf bu sebepten basılan gazeteler para kazanamamak pahasına yazılarını internete açmadılar mı? Gezi zamanında doğru, güvenilir, yeterli haber alacak kanal bulamazken sosyal medyanın önemini idrak etmedik mi? Sosyal medyaya gelen yasaklar aynı durumun iktidar tarafından da fark edildiğini göstermedi mi bize? Gezi’de sosyal medyanın rolü yadsınabilir mi?
Bunları biliyoruz aslında. Ama yazının başında söz ettiğim yılgınlık hissi, okumanın, bilgilenmenin, öğrendiğimizi paylaşmanın bir işe yaramadığını düşündürtebiliyor bize. Seligman’ın ‘öğrenilmiş çaresizliği’ni yaşıyoruz bir nevi. Onu denedik, elektrik şokundan kurtulamadık; bunu denedik yine elektrik yedik; onu yaptık, bunu yaptık, sonunda vazgeçtik... mi? Gezi’de arkadaşlarımız gözünü kaybetti, beyin travması geçirdiler, ameliyatlar, gözaltılar... Bunların hepsi korkutmaya, sindirmeye yönelikti ve başarılı oldu, farz edelim. Ama toplum olarak böyle zor günlerden geçiyorken, bir tarafta insanlar farklı kollardan eziyet görüyorken, çaresiz bırakılıyorken, güvendiğimiz kaynaklardan gelen bilgileri paylaşmaktan neden geri duralım, neden vazgeçelim?

Bilgi paylaşmayı küçümsememek lazım. Bir davranışın değişmesi için asgari gereklilik bilişin değişmesidir. Yeni bilgi edinmeden de biliş değişmez. Yani bilgilenmeden mevcut düşünceler, fikirler, inandıklarımız değişmez. Dolayısıyla değişimin esas anahtarı bilgidir, o yüzden bugünün en güçlü silah bilgi...

Kızlı-erkekli oturmalar, tecavüz edilen kadının iffeti, doğurma-doğurmama hakkı, içki içenlerin ahlakı, Deniz Feneri, sınavlardaki yolsuzluklar, hırsızlıklar... Ankara’nın parsellenip satılması, gözaltında polis tarafından taciz edilenler, ölenler... Ve sonra Suriye’ye giden tırlar, ve polis biliyordu konusu... Nasıl bilgi edindik bu konularda?

Bunları pek çok televizyonda göremeyebiliriz ama gazetecilerin bir kısmı neyse ki hala görevlerini yapmaktan vazgeçmiş değil. Çoğu sosyal medyada var ve hepsi elimizin altında, bilgilenmek, bilgilendirmek için. Bazen izlemeye tahammül edemediğimiz kısacık bir video ise tek reklam gelirleri. O cesur konuşabilen, yazabilen gazetecileri ancak büyük kanallar yer verirlerse televizyonda görebiliyoruz, vermezlerse göremiyoruz. Ana-akım medyanın bu kararları da o günün siyasi koşullarına bakıyor. Ama en nihayetinde medyanın gücü izlenirliğine bağlı ise, esas güç toplumda değil mi? Medya ve sosyal medya gücünü buradan, okuyucudan, yani bizden almıyor mu?
Baskının, şiddetin ve despotluğun sonuç verdiği, belirsizliğin ve kaygının arttığı, çaresizlik hissinin yayıldığı bugünlerde her türlü zorluğa rağmen doğru bildiğini yapmaya gayret eden insanlar var. Bilgi üretmeye, yazmaya, çekmeye, yayınlamaya uğraşıyorlar. Can Dündar ve Erdem Gül, bu gazetecilerden sadece ikisi. Bu liste çok daha uzundur, siz de hemen sayabilirsiniz aklınızdan. Ben başka isim saymaya imtina ederim... akla getirmemek için. Ama şunu bilelim, bugün Türkiye’de 30 medya mensubu halihazırda hapiste. Çok sayıda medya çalışanı hakkında açılmış davalar var; pekçok gazeteci işten atıldı, yeni iş bulamadılar, muhalif yayın organlarında çalışabilenlerin önemli kısmının geliri yok denecek kadar az.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, son 5 yılda, en az 150 konuya medya yasağı getirmiş. Merkezi New York’ta bulunan Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (Committee to Protect Journalists) göre, basın özgürlüğünün tehlike altında olduğu ve gazetecilerin tutuklandığı ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye, yine ABD merkezli Freedom House’un değerlendirmesine göre de son 10 yılda basın ve ifade özgürlüğü konusunda en ciddi düşüşün yaşandığı ülkelerden biri. Eskiden “yarı özgür” olan statüsü, 15 yıl sonra tekrar “özgür değil”i gösteriyor. Muhalif gazetecilerin işten çıkartılması en belirgin sorun.
İnsan hakları ihlallerinin ve baskının arttığı bugünlerde bizim sıradan vatandaş olarak yapabileceğimiz ise, hiçbir şey yapamıyorsak, cesur medyaya destek vermek. Çünkü bilgi anahtardır, bilgi değişimin ana damarıdır. Bilgi akışı durunca değişim ihtimali azalır. Değişim istemeyen tüm yönetimler önce bilgiyi keser. O zaman bilgi aktarımı pasif bir eylemdir diyebilir miyiz?

İktidara göre bu “iflah olmaz medya”da bugün her türlü baskı ve riske rağmen hala cesurca yazabilen insanlar varsa, bize düşen sorumluluk da en azından yazdıklarını okumak. Bilgilenmemizi istemeyenlere rağmen bilgilenmek ve bilgilendirmek. İnadına okumak, izlemek, paylaşmak. Ve bu ana bilgi damarlarının yaşatılmasına maddi manevi destek olmak. En iyi şekilde yapmaya çalıştığımız her işin ve yapabileceğimiz diğer işlerin yanı sıra. Bir kişi olmadan çok eksiğiz.

*Koç Üniversitesi