Bilen bilir. Öyle geçmişte yaşayan nostaljik biri değilim. Ah neydi o günler, ne güzeldi o bayramlar, burası eskiden dutluktu falan yakınmalarım çok azdır. İşte geldik gidiyoruz.

O zamanlar öyleydi. Bu zamanlar böyle. Bu kadar net. Karalar bağlamaya gerek yok. Kafamızı bulutsuz bir gecede yukarı kaldırıp bakarsak ve de yüz milyar galaksi her bir galakside de ortalama iki yüz milyar yıldız olduğunu düşünürsek neden böyle düşündüğüm belki anlaşılır. Geçmişe dair birçok şeyi özlüyoruz doğru ama bir bilim kurgu filminde zaman makinesine binmemişsek önümüze bakmakta fayda var. Her şey değişiyor. Bizim bozulma, yozlaşma dediğimiz birçok şey belki de çağın gerekleridir. Ve bu yüzden bazı dinamiklerin önüne geçmek çok zor. Bizim umutla beklediğimiz ütopik bir dünya yerini dispotik bir dünyaya bıraktı. Hem de her alanda. Bu etkiden kurtulmanın yolu bu çağı reddetmekten değil ona karşı koymaktan geçmeli. Farkında olup kabullenmemekten yani… Çağımız, internet çağı. Hemen hemen her alanda; nota yazımından, mimari çizimlere, denizcilikten havacılığa arkadaş bulmaktan otel rezervasyonlarına kadar her türlü hizmeti sunan her gün saatler geçirdiğimiz internet.

İnternet artık bir iletişim teknolojisinin çok dışında yasal olmayan bir veri casusu.

Kimlikler, adresler, fotoğraflar, meraklar, tercihler, zevkler, kredi kartları, kaldığımız oteller, gittiğimiz ülkeler, dinlediğimiz müzikler, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, eşlerimiz, çocuklarımız, eski sevgililerimiz artık kişisel olmaktan çıktı, birer meta oldu. Meraklı, dedikoducu, işgüzar, çok bilmiş bir komşu gibi artık internet. Ne yiyeceğimize, ne içeceğimize ne dinleyeceğimize kısacası hayatımızın her alanına burnunu sokuyor.

Bu yapay zekâ pardon geri zekâ demeliydim sayesinde -yoksa yüzünden mi - içimizdeki merak, araştırma duygusu yok oldu.

Özellikle düşünmeyi, araştırmayı, yeniliği sevmeyen bizim gibi toplumlar için bir kolaylıktan ziyade teslimiyete dönüştü bu dijital konfor. Teknolojiyi kullanalım derken teknolojinin etimizden, sütümüzden, gücümüzden faydalandığını gördük.

-* İnterneti kullandıkça verilerden çok daha fazlasını bırakmaya başlıyoruz. Sosyal ağlarda yaptığımız paylaşımlarla, internet aramalarımızla, ziyaret ettiğimiz sitelerle aslında kendimize ve kim olduğumuza dair önemli ipuçları veriyoruz. İnternette yaptığımız alışverişler ve indirdiğimiz uygulamalar nelere ilgi duyduğumuza dair işaretler bırakıyor. Tüm bu veriler bir araya geldiğinde ise karşımıza çıkan şey bizim dijital gölgemiz, bize dair bizim söyleyebileceklerimizden daha fazlasını söyleyebilen dijital kopyamız oluyor. Elbette dijital gölgemiz yalnızca devletler ya da istihbarat kurumları için değerli değil. Onlar için oldukça değerli şeyler saklıyor olsa da, dijital gölgemizi çok daha farklı amaçlarla da kullananlar var. Bunların başında da reklamcılar ve bize bir şeyler satmak isteyen şirketler geliyor.

Bizim hiçbir şey yapmadan vakit öldürmemizi bile paraya dönüştürmeyi başaran bu durumun artık bir adı da var: Gözetim kapitalizmi. Attığımız her adımın, vakit öldürmek için yaptığımız her gereksiz şeyin veriye ve bu veri hâlinin de birilerine satılarak paraya dönüştürülmesine tanık oluyoruz. Bu işi en iyi becerenler ise hepimizin her gün bir şekilde kullanmak zorunda kaldığı Facebook ve Google. Gözetim kapitalizminin başını çeken bu iki şirket, yalnızca bu sayede yüz milyarlarca dolarlık servetler yaratmakla kalmadı, arkalarından bu yöntemi izlemeyi görev edinmiş yüzlercesinin de gelmesine neden oldu. Ve bizden topladıkları veriler sayesinde, şu anda internette bize bir şey satmak isteyen herkes verilerimizi kullanmak için onlara koşuyor.”

Mekanik satışların neredeyse sıfıra indiği günümüzde eser sahipleri yorumcu ve yapımcılar için neredeyse tek geçim umut kaynağı olan dijital kullanıcılar üyelerinden topladıkları veri akışına göre algoritmalar düzenleyerek modlarımıza göre listeler yapıyorlar. Romantik, neşeli, melankolik, dinamik…Ruh durumumuza göre listeler.

Bu listeleri düzenleyen sayın yapay zekâ sizden şöyle bir isteğim var.

Golsüz bir FB-GS maçından sonra yoğun bir trafikte giderken emniyet şeridinden siren sesleriyle geçen bir ambulansın peşine takılan simsiyah lüks bir otomobili çeviren trafik polisine bağırıp çağıran görgüsüz ve bencil şoföre iyi niyetlerimi sunarken dinleyebileceğim bir şarkı… Şu anda modum o…

*Ahmet A.Sabancı