Fotoğrafın keşfinin masum olmadığını bu satırlarda daha önce de önemli gördüğüm için defalarca yazmıştım. Toplumu gözetleme

Fotoğrafın keşfinin masum olmadığını bu satırlarda daha önce de önemli gördüğüm için defalarca yazmıştım. Toplumu gözetleme, kontrol altında tutma işlevinde egemenin geldiği son nokta mobese kameralar ve google earth’dür. Mobeselere, monitörde kalabalıklar izlenirken suçluyu(!) çerçeve içine alan bir programın yüklenmesi ya da google earth’de kapıdan çıktığınız andan sizin nereye gittiğinizi sokak sokak takibine kadar uydu teknolojisinin gelişimi insan özgürlüğü çerçevesinde kabul edilemez. Hızla gelişen teknolojinin bir ürünü de olan gözetleme mekanizmasının, toplumun ve bireyin üzerindeki etkileri ile ilgili günümüzde yeterince kapsamlı bir araştırma bildiğim kadarıyla az.
Bu konuda 2006 yılında Kalkedon Yayınları tarafından basılan David Lyon’un “Gözetlenen Toplum” adlı kitabı örnek gösterilebilir.
Neden gözetleniriz? Buna verilecek yanıt akla ilk gelen açılımıyla tehdit oluşturduğumuz yönündedir. Peki, biz neye tehdit oluşturabiliriz? Toplum düzenine. Bu da akla ilk gelen yanıt gibi duruyor. Yanıtların yönlendirme içerdiği iddia edilebilir. Ancak yönlendirmeyi yapan bu satırların yazarı değil, gözetlediğini sakınmadan açık dille ifade eden dünya düzeninin hâkim güçleridir. Gözetlendiğimizi bilmemizi isterler. Toplumun fertlerini korkutmak, sinikleştirmek isterler. Çünkü kendilerine muhalif olmayan toplum, bir başka değişle ehlileşmiş toplum düzenlerinin bekası için gereklidir.
Hayatımızın her yönü gözetleme aygıtlarının kontrolü altında. Bu gözetlenmenin etkileri tarihte olmadığı kadar günlük hayatımızda hissedilmektedir. Kırmızı ışıkta geçtiğimizde kesilen ceza faturası evinize postalanabilir ya da aracı satarken karşınıza çıkabilir. Ya da telefon konuşmanız sırasında sarf ettiğiniz kodlanmış bir kelime sizi otomatik dinlemeye alabilir. Bu gözetlemelerin toplum üzerinde bir takım arazlar yaratması kaçınılmazdır ve bu yarattığı etki psikolojik ve sosyolojik olarak incelenmelidir.
“Gözetlenen Toplum” adlı kitabında David Lyon, Filistinli işçilerin nasıl gözetlendiğini şöyle anlatıyor;
“Yirmi birinci yüzyılın gözetlenen toplumları, karmaşık bir iletişim ve bilgi teknolojisi iletişim ağına bağımlıdırlar. İletişim ağının kendisi görülemez, fakat video, uydu, ve biometrik gözetlemenin dahil olduğu her çeşit izlemeyi destekler. İşleri İsrail’de olan Filistinli işçiler, her gün, Gazze Şeridi’nin sınırını geçerken, ellerini uygun bir smartcard sunmak amacıyla bir tarayıcının üzerinden geçirmek zorundadırlar. Tek parmak izi, Filistinli işçilerin İsrail’de çalışabilmek için uygun olup olmadığını belirler ve ayrıca işten sonra Gazze Şeridi’ne geri dönüp dönmediklerini kontrol eder.”
Yönetenler yaptıkları açıklamalarda yararlılık ve kamusal düzen için gözetlemeyi savunsa da bu tip açıklamalarla ikna olmayan pek çok insan var. Üstelik Glasgow’da yapılan bir araştırmada, kentteki gözetleme kameralarının (mobese) suç işlemeyi azaltmadığı anlaşılmış. Ancak kameraların olduğu yerde kurban olma korkusunu azalttığı tespit edilmiştir. Bunun yanında kırmızı ışıkta geçmeyi yüksek oranda azalttığı biliniyor, ancak yazımın konusu daha çok insanların fişlenmesi ve potansiyel suçlu görülmesi üzerinedir.
Son dönemlerde kent içinde gözetlenen yerler yalnızca suç oluşabilecek yerler değildir. Artık sinir bozucu (!) yerlerin de gözetlenmesine geçilmeye başlanmıştır. Bu sinir bozucu yerlerden kasıt yoksul semtlerdir. Çünkü suçlular yoksullardan çıkar (!)
Gözetlemenin veri çeşitlemelerine gelince, fotoğraf görüntüleri, isim ve numaralara, DNA kodlarını, parmak izlerini, iris kayıtlarını ekleyebiliriz. Hakkında veri toplananları fişleme, kayıt altına alma işi artık yalnızca polis tarafından değil, özel kuruluşlar tarafından da sipariş üzerine yapılmaktadır. Bazen satış politikalarını belirlemek için pazar araştırması adı altında, ama asıl toplumu denetleme, yönlendirme, baskı altında tutma için erkin silahı olarak.
Gözetlenmeye karşı etik ve politik mücadele, önümüzde görev olarak duruyor.