Doğan Cüceloğlu Hoca, toplumla bağlantılı olmaktan da öte, halktan biri olarak insana dair yaptığı ve herkesin anlayabileceği bir dille paylaştığı gözlemleriyle tam olarak toplumun içindeydi, onun bir parçasıydı.

Gözleri aşkla gülen: Doğan Cüceloğlu

AYŞE BİLGE SELÇUK
Prof. Dr., Koç Üniversitesi, @aysebilgeselcuk

Doğan Cüceloğlu Hocamız geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. Ayrılışı ani oldu, şaşırttı, üzdü, sarstı… Bu, değerli hocamızın ölümü hiç akla gelmeyecek, çok uzak bir ihtimal olduğundan değildi belki, olmasını hiç istemeyişimizdendi.

Bir Doğan Hoca’yı anlatma yazısı değil bu. Daha mütevazı, bir karşılaşma öyküsünün kısa paylaşımı. İsmimi bildiğinin dahi farkında olmadığım bir zamanda, daha taze olan kitabım hakkındaki sözlerini gördüğümde odaklanmakta zorlanacağım bir sınav hazırlığının ortasındaydım: “Okurken hem kendimi buluyorum hem de zenginleşip yenileniyorum. Sayfa kenarlarına sürekli notlar alıyorum. Çok zevkli bir süreç, acele etmiyorum, tadını çıkarıyorum. Akademisyenlerimizi Ayşe Bilge Selçuk gibi kitaplar yazmaya teşvik etmek istiyorum. Bilimi halkın diliyle anlatmanın kültürümüzü zenginleştirip demokrasimizi kuvvetlendireceğine inanıyorum. Kendisini tebrik ediyor ve daha nice kitaplar yazmaya davet ediyor ve diyorum ki; - Değerli Ayşe Bilge Selçuk, iyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun. Araştırmalarınla ve kitaplarınla insanlarımızın hayatına önemli katkılar yaptığına inanıyor ve sana ülkemin geleceği adına teşekkür ediyorum.”

Bu satırları okuduğumda yaşadığım yoğun duyguyu anlatabilmem zor. İlk kitabımdı, bir akademisyen için alışıldık değildi. Yazarken hissettiğim çekingenlik, zihnimden uzaklaştırmaya çalıştığım olumsuz düşünceler… Büyük mutluluk ve onurlanma diye tarif edebileceğim bir duygu durumunun ötesinde, anlaşılmış olmaktan, yaptığımın Doğan Hoca tarafından değerli bulunmuş olmasından kaynaklanan bir müteşekkir olma, şükran idi hissettiklerim. Heyecanla Yankı Yazgan’ı aradım; ertesi gün Doğan Hoca'nın vereceği bir seminerden söz etti. Hayatın benim için çok güzel bir sürpriziydi. Doğan Hoca ile o zaman tanıştım, kitabım yanındaymış, açtı, önemli bulduğu yerleri anlattı. Seminerini gözümü kırpmadan dinledim. Bazen beyaz tahtayı da kullanarak ayakta, bazen oturarak, gayet kuvvetli bir akademik bilgiyi günlük hayattan örneklerle sohbet içinde harmanlayarak verdiği bu seminer bir örnek olarak zihnimde hala canlı. Gerçek Özgürlük kitabında yer alan, çok sevdiğim bir anekdotu bu seminerinde duyduğumda yine çok etkilendim:

“Sözünü ettiğim hanımefendi sabahları evinden Taksim civarındaki işine gelirken deniz otobüsünü kullanıyormuş. İşe gitmeden önce kendine ayırdığı yirmi dakikalık zamanını Kabataş iskelesinde deniz kıyısında bir simit ve çayla değerlendiriyormuş. Simidini yerken kuşlar çevresinde toplanıyorlar, 'hep kendin mi yiyeceksin, bize yok mu?’, dercesine onun etrafında dolanıyorlarmış. O da kuşların verdiği mesajı anlamış biri olarak, bir kendine bir kuşlara olmak üzere simidini paylaşıyormuş. Bir gün biraz aç olduğunu hissederek kendisine bir simit, kuşlar için de bir simit alarak ufak parçalara ayırmaya başlamış. Çayını ısmarlamış. Nedense o gün hiç kuş gelmemiş. Kuşlar için ayırdığı simit parçaları elinde kalmış. Bu hanımefendi, öyküsünü benimle paylaşırken şöyle demişti: ‘Kuşlara simit verirken kendimi güçlü hissediyordum; sanki onların sahibi bendim ve onlar benim sayemde hayatta kalıyordu ve bana muhtaçtı. O gün gelmediler. O gün içimde yalnızlık ve mutsuzluk hissettim. Elimdeki simit parçalarına baktım, bana hiçbir anlam ifade etmediler. Kuşlar olmadan o simit parçalarının bir anlamı kalmamıştı. O an anladığım şu oldu; kuşların bana muhtaç olduğu kadar ben de onlara muhtaçtım. Kuşlar olmadan o simidin bir anlamı yoktu!’”. Çok çarpıcı ve anlamlı bulduğum bu hikâyenin kahramanı olan hanımefendi kitabın adını da koyan Doğan Hocamızın gözleri gülen sevgili eşi, yol arkadaşı, meslektaşımız Yıldız Hacıevliyagil Cüceloğlu…

Doğan Hoca ile bir sonraki buluşmamızda psikoloji ve toplumu konuştuk, bilgiyi yararlı hale getirmenin önemini. Sonrakini ise pandemi bitimine ertelememiz gerekti. Geçtiğimiz ay çıkan söyleşi kitabı ‘Var Mısın?’ı insana ve yaşama dair yeni şeyler öğreneceğimi, yine ilham alacağımı bilmenin heyecanı ile dikkatle okumaya koyuldum. Bu kitapta yer alan görüşlerini de yine önemseyerek kılavuz edindim.

Vefatının ardından yaptığımız telefon konuşmasında, Yankı Yazgan çok isabetli olarak, hakkındaki tüm paylaşımların bir halk kahramanını kaybettiğimizi ortaya koyduğunu söyledi. Gerçekten de öyleydi. Ertesi gün, Doğan Cüceloğlu hocamızın naaşı Türk bayrağına sarılmıştı.

Doğan Cüceloğlu Hoca, toplumla bağlantılı olmaktan da öte, halktan biri olarak insana dair yaptığı ve herkesin anlayabileceği bir dille paylaştığı gözlemleriyle tam olarak toplumun içindeydi, onun bir parçasıydı. Çok iyi üniversitelerde psikoloji eğitimi almış ve vermiş, sürekli okuyan, bilginin peşini bırakmayan bir psikoloji profesörüydü. Günlük dilde anlattıkları, uzun yıllar içerisinde birikegelen ve yenilenen bir bilgi dağarcığından, sorgulama, analiz etme ve yorumlama formasyonundan geliyor, edebiyattan, sinemadan, yaşamdan besleniyordu. Ve ayrıştırıcı bir özelliği, Doğan Hoca insana ve çetin yaşam ve gelişim mücadelesine dair bilgisini paylaşırken zor bir iş yapıyor, kendini anlatıyordu. Kitaplardan okuduğu vak’alardan değil, tam olarak kendinden, hayatından, çocukluğundan, çocuklarıyla, eşiyle, babasıyla, annesiyle, analığıyla, hocasıyla ilişkilerinden örnekler veriyordu. Dış teması kadar iç teması da kuvvetliydi. Mutlulukları kadar iç çelişkilerini, zaman zaman hissettiği çıkmazları ve pişmanlıklarını da anlattı bize değerli hocamız. Bu paylaşımlarında bizi her yaştan Doğan Cüceloğlu ile tanıştırdı, doğduğu evden aldı bugünlere getirdi... Mütevazı, sahici ve cömertti. Gözleri gülerdi... Kalplere dokunabilen nadir insanlardandı. Doğan Cüceloğlu Hocamızı sevgi ve saygı ile anıyorum.