İnsan yaşlandıkça hafızasında çocukluk hatıraları gitgide güçleniyor mu, yoksa ben mi uyduruyorum? Ama Küçüksu Plajı’na ilişkin anılarım hep baskın anılardı. Bunların arasında doğrudan doğruya plajla ilgili olmayanlar da var. Boğaz vapuru yolculuğu, yemek rutini konusunda hayli disiplinli olan anneyi kandırmak mümkün olursa postu gidişte ya da dönüşte Küçüksu Çayırı’na serip koca kazanlarda kaynayan mısırlardan nasip almak, öğle yemeğini plajın yanındaki lokantada yiyip kafamda komşu yalının sahiden komşusuymuş hikâyeleri kurmak da, Küçüksu Plajı Paketi’nin ayrılmaz parçaları…

Küçüksu hep gönlümüzde de, koca koca kazanlar içinde kaynayan mısırlar nereden aklıma geldi diyecek olursanız geçenlerde gözüme “Tarihi Küçüksu Çayırı’nda Beykoz Mısır Festivali başlıyor” diye bir haber çalındı da ondan. Mısır yeme geleneği yeniden canlanacak, Başkan Murat Aydın kazan başına geçerek mısır ikram edecekmiş. Ayrıca iki konser (İlyas Yalçıntaş, Tuğçe Kandemir) ve çocuk etkinlikleri de varmış. Keşke geçen hafta görseydim. 25 Eylül’deymiş, kaçtı gitti, yazık.

***


Hepsi iyi hoş da bizim nostalji yaşamak için desteğe ihtiyacımız yok, şükürler olsun. Can yoldaşımız Hanım’ın haşlayıp ikram ettiği mısırlar yetiyor. Ama ‘konser’ sözü de paketi tamamlama yolunda adım attırıyor hani. Aklıma hemen “Gözlerin hayran bakarmış…” geliyor. Boğaz vapurunda (o yıllarda sık sık var yanaşırlardı iskeleye, bir kısmı da annemin “dilenci postası” dediği cinstendi. Yani her iskeleye uğruyor). Bu vapurlarda şarkı söyleyen bir adama da rastlardık genelde. O zamanki yaşıma göre “ihtiyar” diyorum ama gerçekte orta yaşlıydı herhalde. Alaturka şarkılar sunuyordu.

En sevdiğim “Gözlerin hayran bakarmış” diye başlayan şarkıydı: “Gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı / Bilmiyor avare gönlün öldüren kalp ağrımı / İstemem bir aşk yeter ben şimdi buldum yârimi / Her sevişmek bir sefer yakmak demektir bağrımı.” Buradan başka bir yere atlayıp Atilla Tokatlı’dan, hem de tam “Aferin, doğru söylüyorsun” iltifatını işitmişken yediğim fırça aklıma geliyor: “Aptal mısın sen? ‘Yârimi” değil o, ‘yarımı’”. Ne yapayım, güfteler hâlâ ‘yârimi’ diyor, Atilla.

Müzisyenin gözlerinin görmediğini anlayınca daha da bir içlenmiştim. Bir Şerif İçli bestesiydi, evdeki Sahibinin Sesi plağında Müzeyyen Senar söylerdi. Vapurdaki şarkıcımız, hem gözlerine hem gittiğimiz semte uyan “Küçüksu’da gördüm seni / Gözlerinden bildim seni”yi de okurdu. Tanburî Mustafa Çavuş’tan Şehnaz Bûselik beste. Zeki Müren söylerdi o zamanlar. Şimdi en iyi icra eden Münip Utandı, bence. O da hüzünlendirici bir şarkıydı, hele finali… “Ya sen ya ben ölmeyince / Ne kadar cefa edersen / Gönül ayrılmıyor senden.” Hele görevliler ilk iskelede şarkıcıyı salla sırt vapurdan atınca büsbütün isyan ederdik.

***

Küçüksu Paketi’nde başka neler vardı? Hiç unutmadığım o lokanta. Plajla neredeyse içiçeydi. Hem yemeğini yer hem de suyun derin yerindeki platformlardan atlayanları seyrederdin. Ben güçbela balıklama atlamayı öğrenmişken kardeşim Sinan en yüksek platformdan atlamayı başardığında yedi yaşında yoktu bile. Annem kumlara yayılıp sandviç yememize izin vermezdi. Yemek âdâbından tutun da mikrop kapmaya kadar binbir nedenle… Sonra babamın akıntıya kapıldığı gün de vardı ama bize belli etmeden geri dönmeyi başarmış.

Gerçi Küçüksu plajının ve mahallesinin etrafında, plaj artık ortadan kalktıktan sonra da (bir ara yeniden açıldı demişlerdi) sinsi sinsi dolaştığım, arkadaşların kuyruğuna takıldığım ya da onları peşime taktığım çok olmuştur. İşe giderken 2. Köprü yoluna çıkan kavşaktaki fırına karnım aç bahanesiyle uğramalar, Göksu deresi kıyısındaki (görünürde) salaş balıkçılara “Ben burayı çok severim” bahanesiyle gitmekler, hatta dere ağzındaki BigChief Anadolu Hisarı’nda liseden arkadaşlarımla yemek yemekler, fotoğraf çektirmekler… Ama hiçbiri bana plajımı, Boğaz vapuru seferlerimizi, yalıya komşu lokantayı ve vapur müzisyenimizin alaturka şarkılarını unutturamaz.