Gözümün gördüğüne yüreğim inanmak istemedi*

Banu BÜLBÜL

Kaybın getirdiği acı zordur biliriz, ama bir cenazede şöyle derken buluruz kendimizi; "zormuş". Deneyimlenen bilinenden farklıdır, tarif etmek de o duyguları hissetmek, o duyguları taşımak kadar güçtür. Türkünün söylediği gibidir "gözümüzün gördüğüne yüreğimiz inanmak istemez". Ölüm, kayıp, yitim güçsüz düşürür, yaralısındır çünkü... Tam bu esnada kaybı olmadığı için gücü olanın bu gücünü kullanan, hissettiren bir duruşunun, bakışının, sözünün olması hiçbir kültürde kabul edilebilir görülmez ama öylesine de yaygındır. Bazı kötüler, gücünü başkalarının yitirdikleri üzerinden kazanır. "Rakibinde" ya da "biat etmeyende" ne kadar yitim görse daha çoğunu ister ve içi bir türlü soğumaz. Rakip olmayanı ya da biat edeni de gözü görmez zaten.

Bazen tam da acınız yüreğinizi kavururken ortalık böyle insanlardan geçilmez olur. Yitim sonrası süreç zorlaşır, "içim daralıyor" diyenin, içi daha da daralır. Cenazede, mahkemede, yardıma ihtiyaç olduğunda ne çok örneği görülür bu türden zalimce bir "zor" kullanmanın ve yaralı olanın "zor"lanmasının... Acınızın yok sayılması en kötüsü saygısızlık edilmesi yarayı daha da derinleştirir. Adeta biri güç bela sarmaya çalıştığınız yaraya parmağını sokarak çevirmektedir. Ve bu ülkede bu işler yazık ki sıklıkla olur.

Acının sizi güçten düşürmesi karşısında iyice güçlenmiş hisseden bir erk sahibi, bir kurum yetkilisi, bir aile büyüğü, menfaatleri için siyaseten yapan kişi çıkar ve acıta acıta konuşur sizinle... O kişiler ki kendisini yetkili gördüğü için yetkin de görürler. Bu ülkede "bir şey olmak", "her şey" olmaktır kimilerinin gözünde... Bu öyle bir cürettir ki, semirmiş suratlarıyla, sizin uykusuz , ağlamaktan şişmiş gözlerinize bakarak acınızı nasıl çekmeniz gerektiğini söylerler, nasıl başa çıkmanız gerektiğini anlatırlar. Kendilerini her konunun alimi sanırlar, oysa "her şeyi" ancak cahiller bilir.

Bir ölüm haberi, insan ölümlülüğünü anımsatır kuşkusuz haberi duyana... Gücün sahibi, bu farkedişten de kaçar. O, kendini hiç ölmeyecek sanar. İncitilemez olduğuna inanan ölümü de aştığını düşündüğü yerden nasihatler verir. Hiç incinmemek zor değildir oysa, hiç bir canlıyla bağ kurmazsan hiç bir ölümle tökezlemezsin ki... Bunca basit olan, en tatsızıdır, yaşamdan en uzak seçenektir aslında. En bolluk içinde görünen, en boşluk içinde olandır çoğu zaman... Bir canın sıcağıyla bağ kuramayan, nesnenin soğuğuyla var eder kendini, nesnelere ve unvanlara yapışır. Onu yıkıp devirecek olan, nesneleri, güç veren yetki veren sanları, şanları yitirmektir. Bu da er geç olur elbet... İşte o gün patlar o büyük balon ve onu şişiren hava, etrafında kötü kokular bırakarak yok oluverir.

Oysa bir canın, canlılığın sıcaklığıyla bağ kurdun mu o kopup gidince yangın yeri olur yüreğin, patlayan bir balondan gaz kaçar gibi değil de etinden et kopar gibidir. Tüm canlılıkla ve dünyayla ilgili tasaları olan bizlerin yüreği kaç zamandır acının toplandığı bir harman yeri adeta. Yaz boyu ülkede yanan ormanların ve ardından Avusturalya'nın acısını daha söndürememişken düşen çığ, süren savaşlar, kış günü göç yollarında perişan kadınlar çocuklar, Çin'deki karantina...

Ünvanlara, mülklere, güce sahip olanlar, yoksul, yoksun düşeni, güçten uzak olanı umursamadan "yola devam" edebilirler. Biz canı yananlarla birlikte yavaşlıyoruz bazen, yaralılara destek olmak için duruyoruz kimi zaman... Acılara tanıklığımızı sindirmeye çalışıyoruz bir yandan... Düşünüp bulacağız; bu kadar cesaret yoksunu bir cehalete nasıl teslim oldu koca bir dünya? Düşünüp bulacağız ve binyıllardır yürünen, kimi yerde genişleyen kimi yerde daralan patikamızı genişletip ferahlatacağız elbet...

*Kardeş Türküler'den dinlediğim "Dile Mi Sewda" türküsünden...