İstanbul’da Cumartesi gecesi (10 Aralık 2016) Beşiktaş Stadı yakınında yapılan intihar saldırısı büyük bir katliamla sonuçlandı. Bombanın patlamasıyla birlikte bütün ülke heyecanla televizyonlara yöneldi. En başta da polis eşleri ve anne babaları… Öncelikle de görev yeri İstanbul olan polislerin yakınları daha büyük bir kaygı içinde bekleyip durdular. Her saniyesi bir asır kadar uzun gelen saatler boyu…

Haber almak istiyorlardı!

•••

Ama bombadan daha hızlı biçimde yayıldı yayın yasağı. Sanki canlı bomba ile birlikte patlatılmıştı!

Neden oldu?

Kim yaptı?

Kaç kayıp var?

Polis mi, sivil mi?

Yaralılar nerede?

Bütün bu soruları cevapları televizyon ekranlarında arandı. Adı “haber kanalı” olan medya kuruluşları sürekli olarak aynı şeyi söyleyip durdular:

-Patlamanın sonuçları konusunda resmi açıklama bekleniyor!!!

Haber “haber mi, değil mi?” bunun için resmi açıklama beklemek sadece o yayın kuruluşlarının değil, gazeteciliğin ve onu bu hale getirenler ülke yöneticilerinin zavallılığını da gösteriyordu.

Oysa yabancı yayın kuruluşları daha olayın başından itibaren “15 Şehit” haberini yayınladılar. Yaralılar için 30 deniliyordu.

İçişleri bakanı Ankara’dan geldi, olay yerine gitti “orada açıklama yapacağım” demesine karşın dilini yuttu. Konuşmadı.

Resmi açıklama gelmiyordu. Ama patlamada hayatını kaybeden polis sayısı hızla artıyordu.

En sonunda gece yarısı Cumhurbaşkanından “resmi açıklama” geldi. Olay hakkındaki en önemli “bilgi” üç kelimeydi:

-Maalesef şehitlerimiz var!

O açıklamaya kadar “15 Şehit var” haberi yapan bunu yayan bütün kişi ve kurumlar “hain” ilan ediliyordu. Cumhurbaşkanından sonra da hiç yüzleri kızarmadı.

Bu sefer şöyle propaganda metinleri haber diye ekranlara gelmeye başladı:

-Tek tesellimiz şehit sayımızın az olmasıdır!

Normal bir insan gibi içinizi acıtacak bir acı için kaç şehit istiyorsunuz?

Şehit sayısı azmış!

Resmi açıklamaların içinde saat:03.30’a kadar böyle bir bilgi verilmedi. Onun yerine kuru propaganda yapıldı.

Habercilik o kadar yerlerdeydi ki, olay yerinden canlı yayın yapan muhabirler “buradan cenazeler alınıyor” diyebiliyorlardı. Ama ölenlerin bırakın kimliklerini, sayısını bile telaffuz edemiyorlardı.

Sadece “resmi açıklama” denilen hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, hamaset dolu propaganda metni tekrarlanıyordu.

Hani ölüm olayı yaşanan evlerde okul öncesi yaşlarda olan çocuklara söylenmez “deden öldü, anneanneni kaybettik” falan denmez üzülmesinler diye… Çocuklar da kendi hallerinde oyunlarına dönerler. Herkesin gözyaşları içinde birbirine sarıldığı evin bahçesinde hiçbir şeyden habersiz gülüp oynarlar.

Hükümet “yayın yasağı” ile aynen bunu yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “sizi ilgilendiren bir şey yok” diyor:

-Biz gerekeni yapıyoruz. Oturun oturduğunuz yerde. Bekleyin. Resmi açıklama yapılacaktır elbette!..

Hükümetin yamacında kendilerini gazeteci sanan her durumun güzelleştiricileri de “kahramanlık” ile “aptallık” arasına çektikleri çizgi üzerinden cilalamalarına devam ediyorlar.

Oysa ölü evinin dikkatli çocukları bile fark edebilirler.

Niye herkesin gözü yaşlı?

Neden kimse gülmüyor?

Bizim evde neler oluyor?

Bu soruları soramasalar bile akıllarından geçirip gerçeğe ulaşabilirler:

-Dedeme ne oldu?

Ufacık çocuğun sorabildiği soruları Türkiye’de gazeteciler soramıyorlar.

Meslek adına utanç verici bir şey bu!

Cumartesi gecesi Beşiktaş’ta bu ülkenin gencecik insanlarından (bu yazı yazılana kadar) 38’ini kaybettik. Bir o kadar da yaralı var. Bombalı saldırıdan kurtulan “yaralıların” nasıl yaşam mücadelesi vermek zorunda olacaklarını biliyoruz.

•••

Bütün ülke yaralı… Sadece bu son saldırıyla böyle değil. Uzun zamandır bombalamalar-katliamlar-suikastler-yakımlar ülkesi halindeyiz. Mehmet Barlas bu durumu “Ortadoğu ülkesiyiz, normaldir” diye açıklıyor. Türkiye kaç yüzyıldır aynı yerinde değil mi? Niye AKP döneminde Ortadoğu ülkesi haline geldi ki?

Hiçbir sorumluluk almıyorlar. Kime soracağız, bu katliamlar neden oluyor diye? Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan hükümetlerine mi? Yoksa İran, Irak, Suriye hükümetlerine mi?

O kadar pişkinler ki, yakınlarını kaybedenleri de suçlayacaklar:

-Haddinden fazla ağlayan bazı şehit yakınları, düşmanlarımızı sevindirdiklerini bilmelerini isteriz!

Fantastik gibi görünüyor ama buna benzer o kadar çok şey yaptılar ki… Yakında “Yayın yasağı yetmiyor” diyerek, akıl dışılıkta bir adım daha atabilirler:

-Gözyaşı yasağı getirilmesine…