Ne Carlos ne de İspanyol devrimciler bu sihirli cümlenin bir gün tüm dünyaya yayılan bir ezgiye dönüşeceğini bilebilirdi. Carlos bu cümleyi kurduktan tam 32 yıl sonra Mercedes Sosa bunu bir ezgiye dönüştürünceye kadar da kimse bilemedi. Sosa da tıpkı Carlos gibi devrimci bir dünyanın neferiydi.

Gracias A La Vida*

Serhat Halis

Carlos’un Türküsü

1939 yılının serin bir haziran sabahında 18 yaşındaki tarım işçisi Carlos, Madrid yakınlarında asılarak idam edildi. Hücresine giren papaz son isteğini sorduğunda; direngen bir komünist olan Carlos’un ağzından tek bir cümle çıktı; “Gracias a la vida…” ve başı dik bir şekilde idam sehpasına yürüdü. Kısa bir süre içinde Carlos’un bu lafı dilden dile dolaşacak, Franco rejimince komünistlere yönelik kanlı bir imha sürecine girmiş İspanya’da devrimcilere moral olacaktı.

Ancak ne Carlos ne de İspanyol devrimciler bu sihirli cümlenin bir gün tüm dünyaya yayılan bir ezgiye dönüşeceğini bilebilirdi. Carlos bu cümleyi kurduktan tam 32 yıl sonra Mercedes Sosa bunu bir ezgiye dönüştürünceye kadar da kimse bilemedi. Sosa da tıpkı Carlos gibi devrimci bir dünyanın neferiydi.

Tam adıyla Haydee Mercedes Sosa, 9 Temmuz 1935 yılında Arjantin’de dünyaya geldi. Sosa, yaşamının ilk yıllarından itibaren yoksulluk ve eşitsizliğin insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini gördü. İlerleyen yıllarda kendisini sosyalist olarak tanımlamasına neden olan görüşleri daha bu yıllarda şekillenmeye başladı. Müziğe olan ilgisi de bu yıllarda yeşeriyor ve gittikçe derinleşiyordu. Henüz 15 yaşındayken yerel bir radyoda şarkılar söylemeye başlar. İlerleyen zamanda müzik tarzı ve kalitesinde değişimler görülecekti. Özellikle Atahualpa Yupangui’nin geliştirdiği yeni müzik anlayışından etkilendi. Bu etkilenme onu; 50’lerin sonunda Latin Amerika’nın güneyinde başlayıp 60’larda tüm İspanik ülkelere ve 70’li yıllarda tüm dünyaya yayılacak olan Nueva Cancion serüveninin en kıymetli isimlerinden biri haline getirecekti.

O yıllarda müzik onun için önemli bir mefhumdu ama aynı zamanda amatör bir icraydı. 1965’te ilk albümü olan “Canciones con Fundamento”nun çıkışı ile profesyonel müzik hayatı da başlayacaktı. O yıl, ilk albümün mutluluğu, kendisi de bir halk şarkıcısı olan kocası Oscar Matus’un, Sosa’yı başka bir kadın için terk etmesiyle gölgelenecekti. Ama Sosa durmadı ve yoluna devam etti.

Mercedes, albümünün çıkmış olmasına rağmen kalabalıklara ulaşamamıştı, tanınması için biraz daha zamana ihtiyaç vardı. İlk albümü çıktıktan 4 yıl sonra Cosquin Festivali’nde sahne aldı. Bu olay onun hayatını bir daha geri dönülmeyecek şekilde değiştirecekti; zira artık geniş kitleler tarafından tanınan ve oldukça sevilen bir isim haline gelmişti.

Ancak politik kimliği askeri dikta ile yönetilen Arjantin rejiminin kabul edebileceği bir şey değildi. 1979 yılında La Plata’da verdiği konser sırasında tartaklanarak gözaltına alınacaktı. Daha sonra ise Arjantin’de yaşamasına izin verilmeyecek ve önce Paris’e, sonra Madrid’e uzanacak olan sürgün hayatı başlayacaktı. Arjantin ve İngiltere arasında geçekleşen “La guerra de las Malvinas” savaşından sonra 1982 yılında Sosa ülkesine geri dönebilecekti ancak.

Teşekkürler Hayat

En çok tanınan ve sevilen eseri ise hiç kuşku yok ki, Violeta Parra’nın, İspanyol tarım işçisi Carlos’un, papazın yüzüne haykırdığı sözden ilhamını alan “Gracias a La Vida” adlı şiirini bestelemesiyle ortaya çıktı. Carlos’un haykırışını Violeta Parra bir şiire dönüştürmese belki de bu muhteşem eser hiçbir zaman var olmayacaktı.

Mercedes Sosa, ülkesine döndüğü tarihten yaşamını yitirdiği ana kadar; tüm dünyaca tanınan, çokça ödül almış, geride 40 albüm ve 4 kitap bırakmış birine dönüştü ve bundan tam 11 yıl önce bugün, yani bir 4 Ekim günü aramızdan ayrıldı. Tesadüfe bakın ki 4 Ekim, Gracias A La Vida’nın bir başka yaratıcısı olan Violeta Parra’nın doğduğu gündü.

Parra, 4 Ekim 1917’de Şili’nin güneyinde bir taşra kasabasında, çok çocuklu yoksul bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelir. Yoksullukla geçen çocukluğu hayatında derin izler bırakacaktır. Çocukluğunda yaşadığı çiçek hastalığının yaralarını ise tüm hayatı boyunca yüzünde taşır. 12 yaşına geldiğinde babası alkolden yaşamını yitirir ve bu olayla birlikte ailenin yoksulluğu katmerlenir. Violeta ve kardeşleri sirklerde şarkı söyleyerek geçinmeye çalışırlar.

gracias-a-la-vida-788383-1.
Mercedes Sosa



Anne ve babası müzisyen olan Parra ve kardeşleri, sanata yetenekli ve eğilimlidirler. Violeta 7 yaşında gitar çalmaya başlayacak ve henüz 9 yaşındayken ilk bestesini yapacaktır. Özellikle, ilerde tanınacak bir şair olan abisi Nicanor Parra, Violeta için çok önemli bir figür ve bir yoldaştır. 1935 yılında köyden ayrılarak Santiago’da okuyan abisi Nicanor’un yanına geldiğinde elinde sadece bir gitar vardır Violeta’nın. Ancak Santiago onun için bir hayal kırıklığı olacaktır. Özellikle insan ilişkileri ve sanatsal faaliyetlerin belirli bir kalıba sıkıştırılmaya çalışılması canını sıkar. Müziği ve sanatı yerel Şili’de aramak gerektiğine inanır. Bu yüzden bir süre sonra Santiago’yu terk eder ve eşek sırtında Şili köylerini gezmeye başlar. Bu geziden yaklaşık 3 bin halk türküsü derleyerek dönecektir.

Derlediği bu türküleri, ilerde Nueva Cancion’a dönüşecek olan bir içerikle yeniden yorumlayan Parra, kısa sürede tanınmaya başlar. 1954’e gelindiğinde artık bir şair ve müzisyen olarak radyo programı yapmaktadır. Ertesi yıl Avrupa’ya ve Sovyetlere gider. Bu gezi onun sanat ve politik çizgisinde önemli etkiler yaratır. 1957 yılında Paris’te, derlediği Şili türkülerinin kaydını yaptığı esnada kızının ölüm haberini alacak ve bu gerçekle yüzleşemeyeceğini anlayınca Şili’ye geri dönemeyecektir. Duygusal açıdan kırılmaların başladığı bir dönemdedir Parra.

1959’da Şili’ye döndüğünde artık hüznü gözlerinden okunan biridir. Lakin Komünist Parti üyesidir ve yoksul halk için yapmak istediği şeyler vardır. Yeni projesini abisi Nicanor ile birlikte hayata geçirmek için kolları sıvar. Santiago’nun dışında, kırsal bir alanda, içine yüzlerce insanı barındrabilecek çadırdan bir sanat ve yaşam alanı oluşturur. Dileyen herkesin gelip kalabileceği ve sanatsal eğitim ve günlük ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir yer haline getirir burayı. Ancak bu dev çadır yerleşim Violetta’nın beklediği ilgiyi göremeyecektir. Bu durum Violetta’nın kırılgan yapısında yeni bir gedik daha açar.
Bu kırılmalar ise Violetta’nın da dediği gibi en güzel ve olgunlaşmış eserlerini vermesine neden olacaktır. Mercedes Sosa’nın dilinden dünyaya yayılacak olan “Gracias A La Vida” da bu dönem ürünlerindendir.

Cennette Pazar Günü

Parra’nın duygusal buhranları gün geçtikçe derinleşecektir. Kurduğu çadır kentte yaşamına devam etme kararı alır. Oğluna sık sık intihar planlarını anlatmaya başlamıştır artık. İsviçreli müzisyen Gilbert Favre ile yaşadığı ilişkiden de büyük bir duygusal çöküş ile ayrılmıştır. Daha sonra “Run Run Se Fue Pa’l Norte” şarkısını Favre için yazdığı anlaşılacaktır.

Serin bir şubat gecesi son şarkısı “cennette pazar günü” anlamına gelen “Dia Domingo En El Cielo”yu hayatında en çok kıymet verdiği ve desteğini sürekli yanında hissettiği kişi olan abisi Nicanor’a okur ve çadırına çekilir. Burada parmaklarını kanatana kadar udunu çalacak ve güneşin doğumuna yakın bir serinlikte, kafasına dayadığı silahı ateşleyecektir.

5 şubat 1967’de henüz 50 yaşındayken intihar eden Violetta Parra, tıpkı Mercedes Sosa gibi; geriye Nueva Cancion’un en güzel ezgilerini ve şiirlerini bıraktı. O ezgilerle hüzünlenen, aşık olan, öfkelenen, barikata koşan birkaç kuşağın yeni türküsüydü aynı zamanda Parra ve Sosa. Carlos’tan kalan mirası bir bayrak gibi ellerinde taşıyan ve düşürmeden bize ulaştıran Parra’yı ve Sosa’yı bize tanıttığın için Gracias a la vida…

*Teşekkürler hayat