‘Anarşizm Lafın Gelişi‘, Graeber’in yayınlanan son kitabı. Bu küçük cilt, onun üç görüşmeciyle yaptığı tartışmanın bir dökümü. Kitap şu yönüyle ilgi çekici: Kısalığı herhangi bir konuya girebileceği kapsamı sınırlasa da, Graeber'i ilgilendiren çok çeşitli konuları kapsıyor.

Graeber fikriyatına kestirme yol

ABDULHALIM KARAOSMANOĞLU

2020 yılında kaybettiğimiz Amerikalı antropolog ve anarşist aktivist David Graeber, kitaplarıyla olduğu kadar Occupy Wall Street hareketindeki doğal önderliği ile de tanınır. İşçi sınıfından bir ailenin çocuğu olmasına karşın Yale Üniversitesi’nde yardımcı doçentliğe ulaşan düşünür, üniversitesinin tartışmalı biçimde son derece siyasi nedenlerle -sınır dışı edilmek üzere hedef alınan bir öğrencisine verdiği destek gibi- görevini sonlandırmasıyla London School of Economics’e geçerek profesör olmuştur.

16 yaşında ruhen bir anarşist olduğunu, ancak Seattle'daki Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı protestolara katıldığı 1999 yılına kadar siyasete karışmaktan kaçındığını söyleyen Graeber, lidersiz bir harekette ne kadar hızlı yükselebildiğine şaşırdığını söylüyor kitabında. Bazen kıyamet uyarılarına ve bir yetişkin olarak miras aldığı dünyanın çocukken tasavvur ettiğinden ne kadar farklı olduğunu dile getirdiği hayal kırıklığına rağmen, sonuna kadar şaşırtıcı derecede iyimser kalmış bir düşünür Graeber: ”Apollo’nun aya inişi sırasında 8 yaşında olan biri olarak, sihirli 2000 yılında 39 yaşında olacağımı hesapladığım ve etrafımdaki dünyanın nasıl olacağını merak ettiğime dair net anılarım var. Böyle harikalarla dolu bir dünyada yaşayacağımı gerçekten bekliyor muydum? Tabii ki. Şimdi aldatılmış mı hissediyorum? Kesinlikle."

‘Anarşizm Lafın Gelişi‘, Graeber’in yayınlanan son kitabı. Bu küçük cilt, onun üç görüşmeciyle yaptığı tartışmanın bir dökümü. Kitap şu yönüyle ilgi çekici: Kısalığı herhangi bir konuya girebileceği kapsamı sınırlasa da, Graeber'i ilgilendiren çok çeşitli konuları kapsıyor.

Graeber'in genel bakış açısı, diyaloga odaklanmak için hem atomcu bireyciliği hem de totaliter kolektivizmi reddeder. Bu, fevkalade önemli bir içgörüdür. Diyalojik bir anarşi anlayışı, kolektif kararların doğrudan yüz yüze gruplarda diyalog yoluyla alındığı radikal, katılımcı bir demokrasi anlayışına yol açar. Graeber, tarihsel olarak seçkin düşünürler tarafından “mafya yönetimi” olarak kınanmış olmasına rağmen, “demokrasinin” devlet için bir gerekçe olarak nasıl kullanıldığını tartışıyor. Bununla birlikte, "demokrasi"yi reddeden birçok anarşist, aslında bunu "öz-örgütlenme" veya "otogestasyon" olarak adlandırarak demokratik yollarla hareket eder.

Graeber, anarşizme bağlı olmakla birlikte, anarşizm ve Marksizmin belirli şekillerde uyumlu olabileceği konusunda Daniel Guerin ile hemfikirdir. “Marksizm ve anarşizm potansiyel olarak uzlaştırılabilir… Çünkü eğer Marksizm bir teorik analiz tarzıysa ve anarşizm bir uygulama etiğiyse, her ikisine de katılmamanız için gerçekten hiçbir neden yok.” Bununla birlikte, "Marx teorik olarak Bakunin'in etrafında daireler çizerken, her şeyin gerçekleştiği Bakunin'in öngörüleriydi." diyor Graeber. Marx yalnızca bir teorisyen değildi ve Bakunin de yalnızca bir eylemci değildi. Graeber bize biraz da bunu düşündürtüyor. Bakunin ve Kropotkin'den anarko-komünistlere ve anarko-sendikalistlere kadar geniş anarşist gelenek, Graeber'in diyalojik-sosyal anlayışıyla hemfikirdir. Amaçları, işçilerin ve tüm ezilenlerin halk hareketlerini inşa etmek, kapitalistlerin zenginliğini ve gücünü ortadan kaldırmak, devleti dağıtmak ve kapitalizmi ve devletini, özgürce kendi kendini yöneten, radikal demokratik birliklerden oluşan bir toplumla değiştirmektir. Çünkü kapitalistlerin, egemenliklerini korumak için dişe tırnağa savaşmadan, zenginliklerinin, sosyal konumlarının ve siyasi güçlerinin ellerinden alınmasına barışçıl bir şekilde izin vereceklerine inanmazlar.

Graeber, kitabında herhangi bir doğrudan çatışma ile asgari düzeyde olsa da, kademeli olarak devleti ve kapitalizmi zayıflatacak “ikili egemenlik” kurumlarının kademeli olarak yaratılmasını savunmakta. Graeber bu uyumlu yaklaşıma rağmen kendisini bir anlamda “devrimci” olarak tanımlıyor. Bu kısa ciltte Graeber ve muhatapları birçok konuyu daha ele alıyor. Örneğin, Yerli Amerikalıların Avrupa ve ABD kültürü üzerindeki etkisi hakkında ilginç bir tartışması var. Kitap genel olarak, ilginç tartışmaların, anlayışlı yorumların ve Graeber fikriyatının bir özetidir.

Kitapta tartışıldığına memnun olduğum iki önemli mesele var. Bunlardan ilki “anarşide feminist etik”. Tarihsel olarak feminizm anarşi için çok çok önemlidir. Büyük anarşistlerin çoğu kadındır: Emma Goldman, Lucy Parsons, Voltairine De Cleyre, Louise Michel, Elizabeth Gurley Flynn… Kadınlar tarihin her döneminde aktif birer özneydiler. Graeber bunu “bir bardağı bir kez üretirsiniz ama bin kez yıkarsınız” diyerek ifade ediyor. Komünizmin eski moda maçoluğunun aksine, anarşizm kadın özgürlüğünü en başından beri önemsemiş, devrimden sonraya bırakmamıştır. Anarşist gruplarda örgütlenme ve yönetim işlerini çoğunlukla kadınlar yapmıştır.

Diğer önemli mesele ise yanı başımızda gerçekleşen Rojava devrimi! Graeber’in dikkat çektiği gibi, filozoflar tarihsel failliğin mümkün olduğunu açıkladıktan sonra aniden devrimler gerçekleşmeye başlamıştır. Ama gerçek devrimler ancak bir kaç yüz yıldır mümkün olabildi ve neredeyse her zaman başarısız oldular. Fakat Graeber’e göre son on yılın en yaratıcı devrimci hareketi olan Kürt hareketi, çok eski isyan geleneklerinden kök salarak, anarşik bir duruma nasıl ulaşıldığını, bugünün dünyasından devrimin nasıl işleyebileceğini anlamamızı sağladı. Kendi ifadesiyle:

“Çünkü devletin bir anda ortadan kalktığı bir ayaklanma anı yaşamayacağız. Bu, tarihsel olarak benzersiz olan Rojava’ya bu kadar ilgi duymamın bir nedeni çünkü aynı insanlar ikili iktidar durumunun temelde her iki tarafını da yarattı. Şu anda Kuzeydoğu Suriye’de (halk, kaçınılmaz olarak “terörist” olarak etiketlendi ve soykırım saldırısına maruz kaldı), hem yukarıdan aşağı hem de aşağıdan yukarıya bir yapıya sahip. Birincisi, uluslararası toplumla ve orada devlet gibi görünen bir şey olmasını bekleyen insanlarla, bakanlarla, parlamentoyla vb ilgilenebilirler ve aşağıdan yukarıya, sadece birkaç yüz kişiyle başlayan iç içe geçmiş meclislere dayanan kurucu bir doğrudan demokrasi biçimiyle de ilgilenebilirler.”

Bu Graeber’in “ikili egemenlik” olarak tanımladığı kavramdır ve geleceğin ütopyalarına yön verebilecek bir fikri içinde barındırır. Zamanımızın en önemli ve en etkili düşünürlerinden ve militan aydınlarından biri olan Graeber fikriyatına kestirme bir yol sunduğu için bu kitabı devrimci şiddetle tavsiye ediyorum.