Neil Jordan’ın filmografisinde İçindeki Yabancı (The Brave One) gibi alenen faşizan bir film var. Var olduğu için de yapacağım şey yani Greta’daki yabancı düşmanlığına dair öğelere bakmak tam da öküz altında buzağı aramak olmayacak. Olsa olsa öküzün altındaki buzağıya bir kardeş bulmak kadar enteresan olabilir eleştirim. Başrolünde Jodie Foster’ın oynadığı The Brave One, Charles Bronson’lu […]

Greta: New York’ta bir göçmen

Neil Jordan’ın filmografisinde İçindeki Yabancı (The Brave One) gibi alenen faşizan bir film var. Var olduğu için de yapacağım şey yani Greta’daki yabancı düşmanlığına dair öğelere bakmak tam da öküz altında buzağı aramak olmayacak. Olsa olsa öküzün altındaki buzağıya bir kardeş bulmak kadar enteresan olabilir eleştirim.

Başrolünde Jodie Foster’ın oynadığı The Brave One, Charles Bronson’lu Death Wish’in (Ölüm Arzusu), erkek kahramanlı bir versiyonuydu. Ki Ölüm Arzusu’nun da yine rezil yeni bir versiyonu Eli Roth tarafından geçen yıllarda yapıldı. Tabii Greta için bir Death Wish ya da hatta bir The Brave One denemez. Onlardan çok çok daha hafif bir film bu kötü niyet açısından ama yine de yabancı düşmanlığı çok açık.

Greta aslında ilginç bir karakter analizi yapacakmış gibi başlıyor. Yabancılarla tanışmak için onlara yem atan, yemine gelen genç kadınların hayatından çıkmak bilmeyen, çıkmakta direneni de buna pişman eden tacizci bir kadın Greta (Isabelle Huppert). Kadın tacizci de olur! Burada bir kadının başka bir kadını tacizi söz konusu. Ama her türlü kombinasyon mümkün. Tabii hangi kadının beyanının asıl olduğu gibi bir problem de var önümüzdeki hikâyede. Çünkü tacizin iki tarafında da kadınlar var.

Neyse… Yakın zamanda annesini kaybetmiş genç Frances (Chloe Grace Moretz), Greta’da bir anne figürü bulduğunu düşünür. Fakat kısa zamanda Greta’nın ruh sağlığının yerinde olmadığını fark eder. Bundan sonrası Frances’in Greta’dan kurtulup kurtulamayacağı üzerine kurulu. Doğrusu Greta, seyircisini elinde tutmayı ve heyecanlandırmayı başardı. Festival seyircisi bile film sırasında alkışlayarak tepki verdi. Yeşilçam seyircisinden hiç farkı yoktu festival seyircisinin bu açıdan. Benim gibi kaşarlanmış seyirciler içinse ortada çok da heyecanlanacak bir şey yoktu doğrusu.
Jordan, kahramanlarının psikolojisiyle sadece gerilim türüne hizmet ettikleri ölçüde ilgileniyor. Genç kadın annesini kaybetmiş, anladık hadi; yaşlı kadın peki ne? Onun travması ne ki manyakça davranıyor? Film bununla hiç ilgilenmiyor. Greta hakkında bildiğimiz, sonradan Amerikalı olduğu. Batının en doğusundan, ‘demirperde’ ülkesi denilen topraklardan, eski komünist Macaristan’dan geldiği.

New York’ta, bir çanta bulunduğunda ne yapılmalıdır? İçinde bomba olabileceği şüphesiyle polise haber verilmelidir! Çünkü kötü yabancılar kol gezer. Filmin zayıf genç kadını Frances en başta bu hatayı yapar: Bulduğu çantayı polise vermez, sahibine teslim eder. Sahibi de kötü bir yabancı çıkar işte! Gördünüz mü olanı! İşte öküzün altındaki buzağı. Beğenmezseniz kışt deyin yeter! Greta’nın sular seller gibi İngilizce konuşan, arada bilinmeyen bir dilden kelimeler söylemeyen biri olması halinde film bir şey kaybeder miydi? Hayır! O zaman ne gerek vardı, kötülüğü bir ‘ötekiye’ yakıştırmaya? Tam da yabancı düşmanlığının ayyuka çıktığı, göçmenler önüne yasak üstüne yasak konulduğu günümüzde Greta’nın Amerikalı değil de Amerikalılaşmış olduğunu söylemenin anlamı ne?

Filmin mantığı zorlayan yanlarını bir kenara bırakıyorum. Sonuçta geriyor mu, geriyor. Öküzün altındaki buzağıyı da düşünmeniz şart değildir. Ama benim gibi düşünmeden edemeyenlerdenseniz de mideniz bulanıyor bir miktar.