Bir Ada Hikâyesi’ni daha okuyunca, denizden yazmamak olmazdı. Zaten ada da çıplaktı, deniz de, ayaklar da...
Akşamın sofrası denize açılmak üzereydi. Sırt kaşıyan bir meltem, zeytinliklerden aşağı kendini koyvermiş, sarı- kızıl sofraya doğru seyirtmekteydi. Cenap Hoca, batmakta olan güneşe, güneşin önünde küçücük, pembe bir fiyonk gibi titreşen bulut yavrusuna, göğe iliştirilivermiş gibi duran kuşlara dalmış gitmişti.. Ufuk çizgisine kadar açılmış olan Cenap Hoca’yı, efil efil denizden, sessiz sahile çekmek, bu dingin sahneye palas pandıras dalarak, sessizliği bıçak gibi yırtmak densizliği, Şiktan, Sinek Efe ve Dümenci’ye nasip olmuştu. Elbette okkalı bir papara yemek de...
“Ulan, bu ne yaygara? Yıktınız ortalığı. Siz, hiç alt perdeden konuşmayı beceremez misiniz be oğlum? Valla sizin bu şamatanızdır ömrümü yoran, başka bir şeycik değil."
Daha devam edecekti ya yorulmuş ömrünü daha fazla yormak istememiş olacaktı ki sustu. Bu şamatacı üçlüyü, şöyle bir uzun uzun bir süzdükten sonra; “İki beden bir köstek yine bir makaraya bağlanmışsınız ya haydi hayırlısı bakalım" diyerek kalktı yerinden. Şöyle bir silkeleyerek üstünü, arkasına bile bakmadan el ederek taktı peşine üçlüyü...
Buruna kadar sessizce yürüdüler. Burnun arkasındaki girintiden ince bir derecik, yıkılası memlekette, anaların ahı denizi kurutmasın diye, biçare denize su taşıma telaşındaydı.
Su, bakımlı bir akvaryum gibi berrak ve temizdi. Cenap Hoca, kayaların üzerine varır varmaz mıh gibi olduğu yere çakıldı. Heykel kesilmiş, gözlerini kırpmaktan çekinir vaziyette, usulca elini sırtına götürüp, geriden gelen şamatacıları uyardı. Üç ispendek, üç şamatacı gibi kayaların dibinden kuyruk sallayıp, sırt kaşımakla meşguldüler. Cenap Hoca, anaları da uzakta değildir muhakkak diye geçirdi içinden. Usulca çantasını yere bırakarak, oturdu. Ardındaki üçlü, onu sessizce taklit etti.
Yarım saat sonra, ispendeklerin ikisi kovada, iri bir sargozla şapırdarken, eski, bildik vaveyla yeniden kayalardan denize doğru akmaktaydı. Sinek Efe, kayaların bir o ucuna bir bu ucuna giderek, oltayı gerip gerip boşaltıyor, takıldığı yerden kurtarmaya çalışıyordu. Derken, pat! Olta boşalıverdi. Olta ile birlikte kahkahalarda; "Yine mi arapa kaptırdın oltayı sinek?"
Yemlenen iğneler, yeniden suya bırakılırken, Dümenci’nin gözü malzeme sardığı gazeteye ilişti. Biraz da Hoca’ya takılmak isteğiyle; “Cenap Hoca, bak bir de adamları beğenmezsin, çıkardıkları kanuna ne güzel isim bulmuşlar gördün mü? Toplu İş İlişkileri Kanunu."
Cenap Hoca’dan önce Şiktan patladı; “İlişkilerinin içine sı..yım. Tilki ile Arslanın hikâyesi gibi, bunlar zaten tavşanı her halükârda pataklamayı kafaya koymuşlar bir kere, gerisi laf- u güzaf.”
Sinek Efe, arapa, bir takım daha hazırlarken; “Belki Cumhurbaşkanı’ndan döner.” diye fısıldadı, kendi de inanmayarak.
Cenap Hoca, gözü denizde, oltasını tasmalalayıp, yeni gelen balığı çekerken bir yandan tututuğu balığın büyüklüğünü kestirmeye çalışıyor, bir yandan da; “Neredeyse bütün gezilerinde zembil gibi taşıdığı TUSKON’un hamisinden, en son beklenebilecek iş, bu yasayı geri göndermesidir. İtalyanlar, bu gibi durumlarda olmayacak bir işi tarif etmek için, “Beyaz bir sinek gibi” benzetmesini kullanırlar. Sen hiç beyaz sinek gördün mü? Aynaya bakmadığın zamanlar tabii” diyerek Sinek Efe’ye göndermede bulunuyordu.
Şiktan, Hoca’ya kepçeyi yetiştirirken; “İşin ilginci ne biliyor musun Hocam? Bir yandan su, gaz, elektrik gibi enerjiyi, alınıp satılan meta olarak adlandırıp, enerjiye ulaşım hakkını, insan hakkı olarak görmekten özenle kaçıyorlar, diğer taraftan aynı enerji unsurlarını olmazsa olmaz hizmet sunumu olarak adlandırıp, bu alanlarda grevi yasaklıyorlar. Ben yaptım oldu pişkinliğinin bu kadarına da pes doğrusu.”
Şiktan lafını bitirmişti ki Hoca, kepçeye aldığı balığa bakıp, “Haahh, işte ispendeklerin anası da geldi” deyip ağız dolusu haykırdı. Aynı anda, Sinek Efe de ağız dolusu küfrü, kayalardan, kararmakta olan ufka doğru bırakıverdi. Yine kaptırmıştı oltayı.
Dümenci hemen atıldı; “Bak, kala kala, bir tek açlık grevi kaldı, hak arayana. Ulan Sinek, sen de yetmez ama evetçilerdendin değil mi? Al da hayrını gör bakalım Anayasanın. Yedirdiniz kendinizi de memleketi de. Sizin yüzünüzden balıklar yeme, arap oltaya doydu be oğlum!” Ardından Sinek Efe’ye nazire bir şarkı tutturdu kendince; “Kurbanlık koyunuz ya! Sindire sindire ye bizi!.. Doyamazsın tadıma. Sindire...Sindire..”
Levrek kovada, bir oltadan daha olan Sinek Efe, kayaların üzerinde, zıp zıp zıplarlarken, Güneş onları çoktan kendi hallerine bırakıp, arkasını dönmüş ve ufuktan aşağı seyirtip gitmişti bile...