Elimi cebime attım. Telefonumu çıkarıp sanki saatlerdir birisini bekliyormuşum gibi konuşmaya başladım. Sinirli ve üsttenci tavrım, bir süre sonra bizim patronun diline döndü. Hayali şöförüme fırça atıyordum. Bir anda telefonun kulağımda çınlayan zil sesiyle irkildim

Gri sabah

UMUT YİĞİT / umutyigit@gmail.com

Çok uzun zaman boyunca günlerimi, tavanlarını beyaz floresanların aydınlattığı, küçük kare pencereli basık bir odada, bilgisayar başında dizgi yaparak geçirdim. Gençlik yıllarımı geçirmek için oldukça kötü bir yerdeydim. Mesaisi az, hazzı bol bir yaşamın ancak gençlik zamanlarında yaşanacağını düşünüyordum ama buna cesaretim yoktu. İçinden çıkılamaz bir durumdaydım. Bu gerçekle yüzleşmiştim. Ancak başkalarına bu durumu belli etmiyordum. Kendimi genç yaşta iş hayatına atılmış cesaretli ve gururlu biri olarak sunuyordum.

Patronumun benim için yaptığı küçük jestleri arkadaşlarıma büyük cümlelerle anlatıyor, işimde ne kadar başarılı bir insan olduğumu düşünmelerini sağlamaya çalışıyordum. Birlikte çalıştığım insanlar sürekli değişiyordu. Çoğu da bir sabah habersizce işe gelmeyerek ayrılıyordu. Patronum böyle sabahlarda işe geldiğinde önce “giderse gitsin” dercesine umursamaz bir tavır gösteriyor sonra da (bazen aynı gün içinde bazense birkaç gün sonra) yarım kalan işleri fark edip işten ayrılanlara küfürler savurmaya başlıyordu. Tüm bunlara şahit olmak hayatımın bir parçası olmuştu. Sürekli kendimi, patronumun işten ayrılanlar karşısında haklı olup olmadığını tayin etmeye çalışırken yakalıyordum. Bir süre sonra da birinin hakkını teslim edip konuyu kendi kafamda kapatıyordum. Bunlar günübirlik oyalanma taktiklerimdi. Bu iş yerindeki asıl amacım ise bir gün biriktirdiğim para ile tostçu dükkânı açabilmekti. Bir zamanlar bu fikri hayal olarak edinmiştim ama neden edindiğimi unutalı çok zaman oldu.

Dün sabah işe giderken her zaman bindiğim otobüsü kaçırdım. En son bu otobüse yetişemediğimde henüz karın tokluğuna çalışan bir stajyerdim. O gün patronumun işe geç gelmiş olması paçamı kurtarmıştı. Şimdi ne kurtaracaktı, bilmiyordum. Yıllar önce toy biri olarak yaşamadığım paniği, bugün deneyimli bir çalışan olarak yaşıyordum. Bir sonraki otobüsün gelmesine daha yarım saat vardı, yolum ise kırk dakikaydı ama bir sonraki otobüs saatinde trafik yoğunlaşmış olacak, büsbütün geç kalacaktım. Başka bir yol düşünmeliydim. Hiç başka bir otobüse binmediğim için diğer otobüslerin güzergâhlarını bilmiyordum. Az sonra bir otobüs yanaştı. İkitelli Sanayi’ye gidiyordu. Şoför kapıyı açtığında “Yüzyıl Köprüsü durağından geçip geçmediğini” sormaya yeltendim ama bir anda içimi bunu bilmiyor olmanın suçluluk duygusu kapladı. Derken otobüs gitti.

Taksiye binmeye karar verdim. Bir taksiye kendi başıma ilk kez binecektim. Ne iş yerinin adresini ne de yolun tarifini biliyordum. Ama taksici bu sonuçta, yolu bilmediğimi fark ettirmeden “Yüzyıl’a gidelim,” desem, bir de zengin oturuşu yapsam götürürdü elbette. Fakat bu sefer de “parası çok” diye düşünüp yolu uzatabilirdi. Buraları hiç bilmeyen ve acelesi olan bir yabancı gibi davranmaya karar vermiştim. Caddenin karşı tarafında bir taksi belirdi. Elimi kaldırıp “dur” işareti yaptım, taksinin dolu olduğunu görünce anlık bir kararla diğer kolumu da kaldırıp gerinmeye ve esnemeye başladım. Allah'tan sırtım dönüktü durağa. Duraktakilerin benim hakkımda neler düşüneceğinden korkarak bir sonraki taksi boş bile olsa binmemeye karar verdim.

Elimi cebime attım. Telefonumu çıkarıp sanki saatlerdir birisini bekliyormuşum gibi konuşmaya başladım. Sinirli ve üsttenci tavrım, bir süre sonra bizim patronun diline döndü. Hayali şöförüme fırça atıyordum. Bir anda telefonun kulağımda çınlayan zil sesiyle irkildim. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ufak ufak uzaklaşmaya başladım. Sonradan aklıma geldi, bu zil sesi değil otobüste durağı kaçırmamak üzere kurduğum alarmdı.

İlk kez sadakatimi sorgulatacak kadar işe geç kalmıştım. Üstelik dükkânın anahtarı da bendeydi. Sıradaki otobüsün gelmesi an meselesiydi ama durağa geri dönemezdim. Bir sonraki durağa, yukarıya doğru yürümeye başladım. Yol sağa doğru kıvrılınca az önceki durağı görebilecek durumda gelmiştim. Kafamı çevirip göz ucuyla baktığımda durakta kimsenin olmadığını gördüm. Meğer poz kestiğim sadece kendimmişim. İki durak arasında kendimce sevinip dururken bir sonraki otobüsün yaklaştığını fark ettim. Aşağıdaki duraktan binmek ile yukarıdaki duraktan binmek arasında bir tercih yapmalıydım. Önce geldiğim yöne doğru birkaç adım atıp vazgeçtim. İstemsizce yukarıdaki durağa doğru koşmaya başladım. Aşağıdaki durakta yolcu olmadığından otobüs durağı es geçip hızlanmıştı. Arkasından ben de hızlandım ama otobüsün hızına yetişemedim. Yere çöktüm, ellerimi başıma götürüp gözlerimi kıstım ağlamak için. Gözyaşlarım bu talebimi olumlu karşılamayınca etrafa küfürler savurarak bağırıp çağırmaya başladım. Daha önce hiç sinir krizi geçirmediğimden kendimi nasıl sakinleştireceğimi bilmiyordum. Bir süre daha bağırıp durdum. Küfürlerim önce işime sonra patronuma en sonda da kendime doğru evrildi. En çok kendime ettiğim küfürler rahatlattı. Kendimden başka suçlu olmadığını fark ettiğimde sakinleştim. Bana yapılan bütün kötü davranışlara müsaade ettiğim için asıl suçlu bendim.

İşe gitmedim o gün. Dükkân komşumuz Ercan abinin anlattığına göre, patronda da anahtar yokmuş, sinirinden kapıyı kırmış. Akşama doğru tanımadığım bir numaradan mesaj geldi, “kovuldun” diye. Sanırım uzun zamandan sonra bir eleman kaçmadı, kovulmuş oldu. Hafifledim, rahatladım.