Geçen hafta mecburen kapkara bir yazı yazdım. Çünkü 10 Ağustos bir kara senaryo başlangıcıydı. Ama hayat, senaryo değil

Geçen hafta mecburen kapkara bir yazı yazdım. Çünkü 10 Ağustos bir kara senaryo başlangıcıydı. Ama hayat, senaryo değil. “Motor” deyince yönetmen (burada ZŞ oluyor) hayatta her şey o senaryoya göre oynanmaz. Gezi isyanı mesela, o motorun yandığı ve rektifiye edilmek zorunda kaldığı isyan günleriydi, o günlerde ZŞ’nin ağzından hiç kimse meşum senaryosundaki “başkanlık” kelamlarını bile işitmemişti.

Hayır, “hadi bu sefer de seçmenin dolu tarafına bakalım” iyimserliğiyle “seçime katılımın düşüklüğüne bakıp yüzde 62’nin ZŞ’yi seçmediğini” söyleyecek değilim, ölçütümüz yüzde 52 karşıtı doğrudan yüzde 48 veya dolaylı yüzde 62 olmamalı… Ölçütümüz sandıklarda değil sokaklarda patlayan ve patlayacak muhalif tokatların şiddetinde aranmalı...

Hayat elbette siyah ile beyaz zıtlığında değil, ara renkleri var. Ama siyah- beyaz karşıtlığında neden hep gri alanlar aranır? Gri siyahtan iyidir, iyi midir? Gri de kirlidir, beyazdan kötüdür… Çoğu kez sadece ehveni şerdir. 

Siyah, gri filan ötesinde diyelim ki siyasetin etnik renkleri de olsaydı…  Kürtlerin milli renklerine bakıp, “kırmızı, sarı ve yeşil”den, “dur, bekle, geç” senaryosu okuyabilirdik. Ama şunu da bilirdik ki tarihin cilvesi olarak ZŞ eliyle Kürtlere verilen bir “özgürlük” Türkler için asla demokrasi getirmez… Ancak Kürtlerin aldığı kadarıyla özgürlük, özgürlük sayılabilir…

İşte bu yüzden Demirtaş verileceği söylenene değil alınması gerekene milliyetsiz vurgu yaptığı ölçüde sevildi, alkışlandı. Ama nihayetinde önerdiği “radikal demokrasi” derhal arkasına dizileceğimiz bir seçenek değil ki… (Keşke radikal demokrasi kavramını dillerinden düşünmeyenler, onun ne olduğunu da bilebilseler…) Radikal demokrasi “sınıf mücadelesine boş verelim” diyen kimi post Marksistlerin ürettiği bir hattır, sosyal demokrasinin kendisini güncelleme programıdır. Ve elbette CHP’nin “solculuğundan” daha günceldir, orası ayrı. MHP müttefiki bir parti olarak kendini güncelleyebilen bir CHP ise, müttefiklerinin ZŞ’ye oy verdiğini görünce sanırım şunu hatırlamıştır: Ayıdan post faşistten dost olmaz! Ayrıca CHP bünyesindeki milliyetçi muhaliflerin itirazını anlamak da güç, çünkü onlar da partilerini MHP’lileştirmek suretiyle güncelleştirmek derdinde değiller miydi?

Memleketin siyasi tarihinde aşina olduğumuz yukarıdan aşağıya devlet eliyle faşizm uygulaması da kitle tabanını çoğaltarak kendini güncelliyor. Teorik kavramlaştırma takıntısı olanlara Korkut Boratav hocamızın son “Marx’tan Seçim Yorumları” yazısını tavsiye ederim.  Siyaset biliminde “klasik” faşizm formatına tam oturtulamayan rejimler genel olarak “Bonapartist rejim” kategorisinde ele alınır (ve onun da bir köşe yazısında tartışılması zordur).  Tarihten ibret alabilmemiz için Boratav, Marx’ın şu tespitlerini hatırlatıyor: “Bonaparte, parlamentoya dayanarak anayasayı yırttı. Anayasaya dayanarak da parlamentoyu dağıttı. ‘Millî irade’ elbette unutulamazdı. Bir yıl sonra da İmparatorluk bir halkoylaması (yüzde 92’lik “evet” oyu) ile onaylandı. İmparator, sermayenin tüm hiziplerini kapsayan Düzen Partisi ile uyum sağladı. Savaş tutkunuydu. Solu, sosyalistleri ezmeye öncelik verdi.”

Evet, kara senaryoların hayata geçirilebileceği bir gidişatta, B planlarımızı her an devreye sokma ihtiyacı duyulabilir. Ama maalesef B planlarından söz edebilmek için önce bir A planı olması, bunun hayata geçiriliyor olması lazım. Yani mesela birleşik bir muhalefet hareketi…

Tepemizde gri ya da karabulutlar ve havada asılı, esmeyen bir rüzgâr… Ya karabulutları dağıtacak ya kallavi bir fırtına başlatacak…

Fırtınalı yolculuklarımızda yolumuz açık olsun!