‘Moleküler Devrim’in temel yaklaşımını oluşturan ‘arzu felsefesi’ bazı çevrelerde postmodern bir hedonizm yahut sinizm türü olarak görülmüşse de günümüzde toplumsal başkaldırıları düşünürsek hâlâ güncelliğini koruyan, mevcut kapitalist sistemle ilgili tartışmalarda önemli bir yapıt.

Guattari’den Moleküler Devrim

İLKE KAMAR

Neo-liberal küreselleşme sürecinde ülkeler, sınıflar ve bireyler arasındaki eşitsizlik giderek derinleşirken mevcut siteme olan güvensizlik ve başkaldırı her coğrafyada kendini gösteriyor. 1968 Hareketi ile güçlenen toplumsal muhalefet günümüzde de dünyanın birçok bölgesinde ekonomik düzene, sosyal adaletsizliğe, kadınlara yönelik politikalara, ayrımcılığa uğrayan cinsel kimliklere, göçmenlere ve ırkçı politikalara karşı sürüyor. Tüm bu yaşananlar devam ederken geçen günlerde Otonom Yayıncılık tarafından yayımlanan Felix Guattari’nin ‘Moleküler Devrim’i bu tartışmaların ayrılmaz parçası haline gelmiş olan olguları anlamak için hâlâ bir başvuru kitabı olma özelliğini koruyor.

‘Moleküler Devrim’, yaşamını politik eylemci olarak geçiren bir psikanalist olan Felix Guattari’nin 1977’de yayımlanan makaleleri, notları ve konferans derlemelerini bir araya getiren bir çalışma. Kitapta Guattari temelde psikiyatri, psikanaliz, medya, bürokratikleşmiş liberal partiler, dil, temsil gibi kurum ve araçlar üzerine eleştirel bir analize girişiyor ve ‘arzunun toplumsal gerçeklikteki rolünü’ baskı biçimleriyle birlikte değerlendiriyor.

ÇOKLUKLARIN ARZUSU

‘Moleküler Devrim’de, kadınlar, göçmenler, deliler, güvencesizler, çocuklar, eşcinseller, serserilerin hareketi üzerine yeni bir varoluş biçiminin olanaklarını anlamamız açısından farklı deneyimlere şahitlik ediyoruz. Guattari, toplumsal gerçeklikle, arzu gerçekliği üzerine politik, tarihsel eleştirel bağlama oturan tartışmalarda ‘çoklukların arzusunun’ örgütleyici yanına işaret ediyor. Ona göre “kolektif sözcelem düzenlemesi moleküler devrim çağında tarihin tek mümkün öznesidir. Guattari ve onun birçok çalışmasında entelektüel ortaklık yaptığı Deleuze’ün temel sorularından biri devrimlerin neden başarıya ulaşamadığıydı. Hem Hitler hem de Mussolini örneklerinden yola çıkarak insanların neden faşizmi arzuladıklarını anlamak istiyorlardı. Guattari ve Deleuze tezlerinin merkezine arzunun bireysel olmadığını koydu. Fakat kapitalist sistem, tüm arzunun bireysel yoldan gerçekleşmesi için çaba göstermekte ve böylece zamanla arzunun kontrol altına alınmasını kolaylaştırmaktaydı. Bu yüzden de Freud’un aksine nevrozları tarihsiz patoloji olarak görmedi Guattari, onun için bu nevrozlar kapitalizmin arzuyu kontrol altına almak için uyguladığı politikaların sonucundan başka bir şey değildi. Yani Guattari için hastalık, toplumsal bir yabancılaşmanın sonucuydu. Tabii ki bu yaklaşım, o gün de geleneksel tedavi anlayışıyla çelişmekteydi. Guattari, psikozu aslında bir tür yabancılaşma olarak gördüğünden bu hastalığa karşı en iyi tedavinin toplumsallaşma olduğunu düşündü ve bu amaçla mesleğini özel muayenehanesinde sürdürmek yerine bir devlet hastanesi olan La Borde kliniğini tercih etti. İşte o dönemdeki deneyimleri ve çalışmaları kitapta detaylarıyla karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte ‘Moleküler Devrim’, Guattari’nin ilgi alanlarını da söyleşiler, makaleler ve notlarla görmemizi sağlıyor. Aile terapisi, radyo Alice’in faaliyetleri, İtalyan aşırı sol hareketi, sinema analizleri, etnik hareketler de politik metinler arasında yer alıyor.

KAPİTALİZME KARŞI KOLEKTİF BİRLİKguattari-den-molekuler-devrim-780225-1.

Kitapta en çok sorgulananlardan biri de bilinçdışı! “Bilinç dışının gerçek değil gerçeğin oynanmış hali” olarak nasıl konumlandırıldığı üzerinde duruyor Guattari. Bilindiği gibi Deleuze ve Guattari’nin ortak yapıtları Anti-Oedipe’te ortaya koydukları oidipus karmaşasının psikanalitik hareket karşısındaki Freud’ın cinsellik ve toplum anlayışındaki fallus merkezli yaklaşımının tartışması, arzunun konumlandırılması üzerineydi.

ÖZGÜRLEŞMİŞ ARZU MODELİ

‘Moleküler Devrim’, bilinçaltı yasaların egemen olduğu düzende arzunun bireysel ailevi ve erotik alana hapsedilerek toplumsal denetimin eylem biçimlerini şekillendirmedeki gücünün, kitleler üzerindeki sıradanlaşmış sabotajlarını ortaya koyuyor. Ve özgürleşmemiş bir arzuyla yaşamanın çok sayıda alanda baskıcı bir toplum modeli yarattığından söz ediyor. Guattari’ye göre arzu teorisinin ilk görevi alternatif arzunun toplumsal alanda patlamasının yollarını aramak olmalıydı. Freud’dan bu yana arzunun bilinç dışı arzuyla ilgili ilk keşiflerinin arzuyu kelepçelediğini ve hâkim düzenin aile ve toplumsal normlara indirgenmeye çalışılarak düzenlendiğini öne sürüyor Guattari. Onun için bu teori aynı zamanda içsel sınırların aşılamazlığı anlamına da gelir. Guattari, tartışmanın odağındaki özgürleşmesi gereken ‘arzuya’ toplumsal beklentilerden kaçıp kurtulma özgürlüğü değil, aksine toplumsal ilişkilere girme özgürlüğüne vurgu yapar ve hegemonik söylemleri dönüştürme peşinde olduğunu ortaya koyar.

EGEMEN DÜZENİN DENETİMİ

Freudyen mirası tartışan Guattari’ye göre: Kapitalisti ilgilendiren şey, kendi sömürü makinesine bağlayabileceği çeşitli arzu ve üretim makineleridir. Çöpçüysen kolların, mühendissen zihinsel yetilerin, kapak kızıysan baştan çıkarma yeteneklerindir bunlar; kapitalist gerisiyle ilgilenmez, hatta bunların konuşulduğunu duymak istemez. Bunlar hakkında konuşan kim varsa, kapitalistin üretici düzenini bozan bir etken haline gelebilir. Bu yüzden arzulayan makineler sınai ve toplumsal makineler arasında çoğalmasına rağmen, sürekli gözetlenir, yönlendirilir, birbirlerinden yalıtılır ve bölümlenerek denetlenir.” Guattari’ye göre, bu yabancılaştırıcı kontrol tarzı, bütünleşmiş dünya kapitalizminde egemen düzenin denetim, baskı ve şekillendirme mekanizmalarının etkinlik biçimidir.

Peki tekrar en temel soruya dönecek olursak. Devrim nasıl gerçekleşebilirdi?

Guattari ve Deleuze, geleneksel Marksist görüşün aksine değişimin anahtarı olarak sadece işçi sınıfını değil, tüm marjinal grupları kapsayan daha geniş bir toplumsal kümeye ihtiyaç olduğunu düşündüler.

‘Moleküler Devrim’in temel yaklaşımını oluşturan ‘arzu felsefesi’ bazı çevrelerde postmodern bir hedonizm yahut sinizm türü olarak görülmüşse de günümüzde toplumsal başkaldırıları düşünürsek hâlâ güncelliğini koruyan, mevcut kapitalist sistemle ilgili tartışmalarda önemli bir yapıt.