Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “50 artı 1’de fazla bağlayıcı olmuşuz ama onun ötesinde bu sistem hızla karar alma ve siyasi istikrar açısından çok yararlı” şeklindeki açıklaması, hükümet sisteminde değişiklik tartışmalarıyla birlikte ülke gündemine yerleşti.

Güç ve meşruiyet sarkacı: 50+1 şart mı?

Sonay Bayramoğlu

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen hükümet sistemine geçeli üç buçuk yıl oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2002’den bu yana, parlamenter sistem, yarı başkanlık ve son olarak da başkanlık hükümet sistemi çerçevesinde Türkiye’yi yönetiyor. Erdoğan, elde ettiği geniş yetkilere ve yaklaşık 20 yıldır devam eden siyasal gücüne rağmen neden hükümet sisteminde bir değişiklik arayışına girmiştir?

Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, yetki ve gücünü korumaya devam etmeyi isterken bir yandan da bunu mutlak çoğunluğun oyu olmadan gerçekleştirmeyi arzu ediyor. Böylelikle, Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçim ittifakları konusunda elini rahatlatırken MHP’nin desteğine ihtiyaç duymamayı umuyor.


Siyasal istikrar, hızlı karar alma ve buna bağlı olarak kalkınma hedefi, yirmi yıldır, her hükümet değişikliğinde kullanılan temel gerekçeler oldu. Örneğin parlamentarizm, kendiliğinden siyasal istikrarsızlık yaratan bir sistem olarak yaygın kabul gördü. Oysa 2007 yılına kadar parlamenter sistemde başbakanlık yapan Erdoğan, düzenleyici reform paketleri dahil olmak üzere pek çok değişikliği parlamentodaki çoğunluk eliyle rahatlıkla yapabilmişti.

2007’den 2018’e kadar devam eden yarıbaşkanlık hükümet sisteminde, ilk dönem başbakan, sonrasında cumhurbaşkanı olan Erdoğan, 2005 seçimlerini yenilemek de dahil olmak üzere, siyasal programını hayata geçirmekte bir sorun yaşamamıştı.

2018’den sonra ise tüm idari yapı değişmiş ve yeni bir hükümet sistemi, Erdoğan’ın güç kullanma tarzı ya da alışkanlıklarına göre yeniden düzenlendi. Henüz üç yıl bile geçmeden cumhurbaşkanı seçilebilmek için gereken asgari oy oranının düşürülmesi talebi, retorikte bile demokrasi kaygısının, meşruiyet arayışının kalmadığı anlamına gelir.

Türkiye, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca, hızlı karar alma ve siyasal istikrar ile kalkınmanın gerçekleşeceğine dair bir varsayımı benimsedi. Bu denklem, başkanlık sisteminin kabulünde de kullanıldı. O halde şunu soralım: Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkeler, siyasal açıdan istikrarlı mıdır? 19. yüzyılın başından itibaren başkanlık sistemi ile yönetilen Latin Amerika ülkelerine bakılırsa, başkanlık sisteminin siyasal istikrar yaratmadığı rahatlıkla söylenebilir. Siyaset bilimci Lipset, 1950’lerde Latin Amerika bölgelerinin siyasal durumunu “istikrarsız demokrasiler istikrarlı diktatörlükler” kavramlarıyla ile özetlemişti. Latin Amerika örneklerinde görüldüğü gibi siyasal istikrar ile başkanlık sistemi arasında doğrusal bir ilişki olduğunu savunmak, demokrasi boyutu kadük bir istikrar arayışı anlamına gelir.

Başkanlık sistemi, siyasal istikrar ve demokrasi denklemi için yegâne model ABD’dir. Başkanlık sisteminin demokratik sınırlar içerisinde tutunabildiği ve siyasal istikrarı da sağlayabildiği ABD’de, erkler ayrılığı, anayasa mahkemesinin konumu, federal örgütlenme, başkanın kanun hükmünde kararname yetkisinin bulunmaması, üst düzey atamalarda Senato onayı gibi anayasal ilkeler başkanı sınırlandırır. Orada bile siyasal istikrarın, demokratik kurumların gücüne bağlı olduğu, Kasım 2020 başkanlık seçimlerinde, seçim sonuçlarını tanımayan ve diktatörlüğe heveslenen Donald Trump’ın yol açtığı krizle görüldü.

Yukarıdaki örneklerin yanı sıra, karşılaştırmalı araştırmalar da, siyasal istikrarsızlığın başkanlık sistemleri ile yönetilen ülkelerde daha yüksek, parlamenter sistemle yönetilen ülkeler de ise daha düşük olduğunu tespit etmişlerdir. Przeworski ve arkadaşlarının 2000 tarihinde yayınlanan Demokrasi ve Kalkınma başlıklı araştırmasında her iki rakip hükümet sisteminin ortalama ömrü de hesaplanmıştır. Buna göre, başkanlık sistemi ile yönetilen demokrasilerin ömürleri 21 yıl iken, parlamenter sistemle yönetilenlerin 73 yıldır.

Başkanlık sistemi ile ilgili araştırmalar ve örnekler, başkanlık sisteminin parlamenter sisteme nazaran siyasal istikrar sağlayan bir sistem olmadığını gösteriyor. Aksine, ABD örneğinden yola çıkarak, başkanlık sistemlerinde siyasal istikrar bakımından demokratik sistemin güçlü olmasının ne kadar önemli olduğu açıktır. Hükümet sistemlerini önceleyen bir tespit olarak şu söylenebilir: Demokrasisini kaybeden, siyasi istikrarını da kaybeder. Gelişmiş demokrasilerde karar alma süreçlerinde kaybedildiği öne sürülen zaman, gerçekte o sistemlerin ömrüne eklenen zamanlardır.

Başkanlık sistemi, iki partili sistemlerin olduğu ülkelerde daha uzun süre demokratik sınırlar içerisinde kalabilmektedir. Çok partili ülkelerde ise başkanlık sistemi istikrarlı bir biçimde devam edememektedir. Türkiye’nin çok partili yapısı dikkate alınırsa, birinci turda, yüzde “50+1” ilkesinden vazgeçilmesi demokratik çerçeveye dair esaslı bir emarenin kalmaması ve sistemin meşruiyetinin ortadan kalkması anlamına gelir.

Türkiye’de geleneksel olarak siyasal sistem, çok partilidir. Bu yapıyı iki partili bir sisteme dönüştürme girişimleri, çeşitli ittifaklar doğursa da, çok partili yapıyı çözücü etkilerde bulunmamış, aksine daha da güçlendirmeye başlamıştır. Türkiye’de başkanlık sisteminin de çok partili Türkiye özelliğini sürdüreceği görülmektedir. Bu nedenle, ittifaklar olmadan başkanlık sisteminin devam etmesi olanaklı değildir.

Ülkemize başkanlık sistemi OHAL koşullarında geldi. OHAL koşulları altında devam etti. OHAL koşullarında başkanlık seçimlerine girilecek. OHAL koşulları altında varlığını sürdürebilen bir hükümet sisteminin uzun vadede siyasal istikrar getirmesi ve demokratik sınırlar içinde kalabilmesi mümkün müdür? Deneyimlerle de sabit olduğu gibi, başkanlık sisteminin en az getirdiği şey, siyasal istikrardır. ABD örneğinde de görülebileceği gibi ancak demokratik kurumların güçlü olduğu bir siyasal sistemde başkanlık sistemi siyasal sınırlar içerisinde kalabilmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin siyasal yapısının çok partili olması nedeniyle ittifak yapmadan birinci turda seçime giremez. Bununla birlikte, birinci turda, yüzde 50+1 ilkesinden vazgeçilmesi ise mevcut güç yapısı ve kullanımında, dolayısıyla da “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nden vazgeçileceği anlamına gelir. Hem gücü –kimi göstermelik revizyonlar olsa da- mevcut biçimi ile sürdürüp hem de seçime indirgenmiş meşruiyet kaynağında mutlak çoğunluk (50+1) aramamak, siyasal istikrarsızlıkların kaosa dönmesine kapı aralamaktan başka bir sonuç getirmez. Başkanlık sistemleri ile yönetilen ülke deneyimleri uzun zaman dilimlerini kapsadıkları için yol göstericidir. Çok partili yapıya sahip ülkelerde, başkanlığa dayalı hükümet sistemlerinin uzun süre demokratik çerçeve içerisinde kalamadıkları bilinmektedir. Dolayısıyla, 50+1 şart mıdır, şeklindeki tartışmaların, gerçekte bize demokrasi şart mıdır, sorusunu sorduğunu bilmemizde fayda vardır. Evet, demokrasi şarttır.