Altı partili muhalefetin topluma verdiği sözlerin uzak ara en önemlisi güçlendirilmiş parlamenter düzene geçileceğidir.

Parlamenter sistem, siyasi partilerin halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu yasama organı eliyle ülkeyi yönetmesi demektir.

Güçlü parlamento, ancak, gücünü yalnızca seçmenden alırsa güçlü olur.

“ÖZ”LÜ DEMOKRASİYİ ANLAMAK

Geçtiğimiz günlerde Dr. Mehmet Öz, ABD’nin Pennsylvania Eyaletinde aylar süren zorlu bir yarıştan sonra kendi partisinin çok sayıda adayı ile yarıştığı önseçimi kazandı. Önseçim yarışında büyük bir başarı elde eden Dr. Öz, beş ay sonra Kasım ayının başında yapılacak asıl seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak yarışacak. O seçimi kazanırsa, ABD’nin üst meclisi olan Senato’da, hizmet verecek.

Pek çok eksiği bulunan ABD demokrasisinde, önseçim süreci, gerçekten çok önemlidir ve vazgeçilmezdir. Önseçim uygulaması, yasama meclisleri için değil, seçimle gelinen tüm yöneticiler için de geçerlidir. Önseçimlerde adayın, kişiliği, her türlü ilişkileri, görüşleri, basın yayın ve toplum tarafından didik didik edilir; özellikle, ne ölçüde güvenilir ve sorunlar karşısında ne kadar duyarlı olduğu, karşılaştırmalı olarak ortaya çıkar ve bu seçmenin kararını belirler. Aynı sorgulama süreci, asıl seçim sırasında da, sonuna kadar yaşanır. Özetle, parlamento üyesi olmanın tek dayanağı iki aşamalı halkoyudur. Bu arada belirtelim, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, tüm demokratik ülkelerde önseçim süreci, on yıllardır, vazgeçilmez bir biçimde uygulanır.

GENEL BAŞKAN VESAYETİ ALTINDA

Türkiye siyasetinin bir türlü düzelmeyen, kalıcı ve yıkıcı hastalığı, aday saptamanın tek kişinin kararıyla alınmasıdır. Hiç kimse partimizde yetkili kurullar var; danışma ya da istişare süreçleri işletiliyor gibi gerekçelere sığınmasın, bu ülke demokrasisinin asla vazgeçilmeyen çıplak gerçeği şudur: Milletvekili adaylarını parti genel başkanları belirliyor.

Bir genel başkanının 600 milletvekili adayını saptamasının yarattığı olağanüstü güç, ülke siyasetinin kişiye bağlı yapısının ve buradan doğan çürümüşlüğünün gerçek kaynağıdır. Parlamenter demokrasinin gerçekleşmesi için, her şeyden önce, demokrasinin parti genel başkanları vesayetinden kurtulması gerekiyor.

Günümüzde yaşanan büyük çelişkiye bakın ki, demokrasiyi vesayetten kurtaracak olanlar da genel başkanlardır. Böyle olunca da seçilen milletvekili, seçmen olarak, yalnızca genel başkanını tanıyor. Siyasette sağ kalmanın tek yolu genel başkana mutlak bağlılık oluyor.

Sandığa giden seçmen de aday olarak saptanmasına hiç katılmadığı, hiç tanımadığı, adını-sanını hiç duymadığı listeye yerleştirilmiş olan adayı seçiyor. Doğrusu, bir genel başkanın seçmiş olduğunu seçiyor; gerçekte “ikinci seçmen” oluyor. Bu gerçek ortadayken, seçmen için çok tekrarlanan “kararı sen vereceksin canım kardeşim” sözleri, boş bir kandırmacadan başka bir şey değildir.

Bu uygulama, kaçınılmaz olarak, adayın ve seçildiğinde milletvekilinin gerçek seçmen olarak genel başkanını görmesi sonucunu veriyor. Böylece genel başkanına kişiliğini yitirecek kadar bağımlı ve ona duyarlı, buna karşılık, seçmene ve buradan halka tamamıyla duyarsız bir milletvekili kişiliği oluşuyor; genel başkana bağlılık siyasetin kendisi oluyor. Katılımdan uzak olan bu yapı, yeni düşüncelerin ve gelişmelerin önünü kesiyor; parti içinde eleştiri-özeleştiri süreçlerini tümüyle ortadan kaldırıyor; sonuç, siyasal kısırlık ve tıkanmadır.

Altılı muhalefet, eğer bu ülkede gerçek demokrasinin önünü açmak gibi tarihsel ve toplumsal olarak çok önemli bir gelişmeye öncülük etmek istiyorsa, milletvekili adaylarının tamamını,--buna hiçbir yasal engel yok—önseçim sürecine başvurarak saptayacaklarını açıklayabilirler. Siyasi Partiler Yasası, parti merkez organlarına yüzde beş kontenjan adayı gösterme yetkisi veriyor. Bu da, bu günkü parlamento yapısında 30 kişi yapıyor ki, az bir sayı değildir. Bugünlerde neredeyse her grup toplantısında “Biz artık eski CHP değiliz” denilmekle birlikte, CHP tarihini bilenler, daha doğrusu unutmayanlar, “Eski CHP” de, önseçimin kurumlaştığını ve yüzde beşlik yasal kontenjanın bile çoğu kez tamamının kullanılmadığını çok iyi bilirler.

Altılıların alacağı böyle bir karar, gerçek bir demokrasi devrimi olur. Muhalefet, yalnızca AKP-MHP iktidarına karşı görkemli bir demokrasi üstünlüğü sağlamakla kalmaz; önce kendi örgütlerini, sonra da tüm toplumu harekete geçirir; bir bütün olarak ülke siyasetinin baş aşağı gidişini tersine çevirir.

Daha önce bu köşede de çokça vurgulandığı gibi, önseçim sürecinin işletilmesi, yalnız, parti örgütlerinin anlam ve canlılık kazanmasını sağlamakla kalmayacak, siyasetin toplumsal duyarlılığını da yeni boyutlarla artıracak ve güçlendirecektir.

İnsanoğlu parlamenter demokrasiye, “Halkın sesi Hakkın sesidir” diyerek ulaştı. Bugün, kendilerini “halkın sesi” olarak tanımlayan genel başkan veya başkanlar, öncelikle, milletvekili adaylarını halkın belirlemesini gerçekleştirmelidir.

Parlamento da, güçlü olacaksa, birkaç genel başkanın değil, halkın sesi olmalıdır.