Pınar Yıldırım’a verilen hapis cezası, Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi’ne atıfta bulunuyor. Buna göre “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” suç unsuru.

Güçlüyü koruyan “adalet”

SİBEL SCHICK

@PuCCaa kullanıcı adıyla paylaşım yapan yazar ve sosyal medya fenomeni Pınar Yıldırım, geçen haftalarda 2020 senesinde paylaştığı bir tweet nedeniyle 5 ay 18 gün hapis cezasına çarptırıldı. Basında yer alan haberlere göre Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Pınar Yıldırım’ın sosyal medya hesabı aracılığıyla “halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet, bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamaya yönelik paylaşımlar” yapması gerekçesiyle ihbar edildiği ve söz konusu suça yönelik paylaşım yaptığı belirtiliyor. Yıldırım, kararın duruşma gerçekleşmeden basit yargılama yoluyla ve yanlış alıntılama ile verildiğini ve karara itiraz edeceğini belirtiyor.

Pınar Yıldırım’a verilen hapis cezası, Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi’ne atıfta bulunuyor. Buna göre “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” suç unsuru. Buradaki “farklı özelliklere sahip bir kesim” vurgulaması çok önemli, çünkü bu ifade, bir toplumda norm olarak kabul edilen kesim ile o normun dışında bırakılan grupları, yani ötekileştirilenleri, birbirinden ayırma özelliğine sahip. Yani bu kanun aslında her şeyden önce ötekileştirilenleri, baskın çoğunluğun şiddetinden korumak için var. Asla unutmamamız gereken ve toplumsal güç dengeleri söz konusu olduğunda son derece önemli olan bir nokta, sözlü olarak dahi olsa uygulanan şiddetin, ötekileştirilen gruplar hedef alındığı takdirde toplumun yapısı ve dokusundan ayrı düşünülemeyeceği ve değerlendirilemeyeceğidir. Yani örneğin bir kadına edilen kadın düşmanı bir küfür, her gün bir kadının katledildiği ve bunun sıkça etkin olarak cezalandırılmadığı ve hatta cezasız kalabildiği bir ülkede yalnızca bir küfür, bir hakaret değil, ağır bir şiddet ve ayrımcılık türüdür. Çünkü bahsi geçen küfür, kadın cinayetlerinden ve artık neredeyse normalleşmiş cinsel şiddetten ayrı bir alanda değerlendirilemezken, aksine yalnızca bu şiddeti normalleştiren, yaygınlaştıran ve meşrulaştıran düzenin çarklarından biri olarak değerlendirilebilir. Yani ceza kanununda mevzu bahis ötekileştirilen gruplar ise sistemik şiddet gören gruplara yönelik edilen hakaretin de ağır bir biçimde cezalandırılması hem doğal hem de caydırıcılığı açısından faydalı olabilecek bir uygulamadır.

Peki Pınar Yıldırım yaptığı paylaşımda hangi ötekileştirilen gruba şiddet uyguluyor?

Bahsi geçen paylaşım “O kadar eşcinselli dizi izledim, film üstüne film bitirdim yok yok yok! Hâlâ erkek denen aşağılık, karaktersiz cinsiyetten hoşlanıyorum…” şeklinde. Burada mahkeme Yıldırım’ı, onca eşcinselli dizi izleyip film bitirmesine rağmen hâlâ heteroseksüel olduğu gerekçesiyle, yani ötekileştirilen bir azınlığa – lezbiyenlere – karşı ayrımcılık yapmakla suçlamıyor. Sorun, Yıldırım’ın erkekleri “aşağılık, karaktersiz cinsiyet” olarak adlandırması. Peki bunun erkek egemen, faili erkek olduğu sürece kadınlara uygulanan şiddetin gündelik ve neredeyse cezasız olduğu Türkiye’de Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi ile ne alakası var? Ne de olsa erkekler, erkek oldukları gerekçesiyle ötekileştirilmez, şiddete maruz bırakılmaz. Ötekileştirilen erkekler elbette vardır, mesela trans ya da Kürt erkekler, yoksul erkekler, hetero olmayan erkekler vs. Fakat bunların maruz bırakıldığı ayrımcılığın sebebi erkek olmaları değil, örneğin trans ya da yoksul olmalarıdır. Yani erkek oldukları için değil, erkek olmalarına rağmen ötekileştirilirler. Peki yargı burada neyin peşinde?

Buradaki amaç, 1,9 milyon takipçili, yani inanılmaz büyük bir kitleye ulaşabilme gücüne sahip bir kadını, potansiyel mağdurken, fail konumuna düşürmektir. Yıldırım belki kişisel olarak mağdur olmayabilir, fakat kadın cinayetleri ülkesi Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak daima potansiyel mağdur konumundadır, çünkü daima risk ve tehlike altındadır. Sistem ise mağduru, mağdur olduğu gerekçesiyle cezalandıramayabilir – örnekleri olsa dahi bu her koşulda mümkün değildir. Bu durumda onu cezalandırabilmek için fail konumuna düşürmek zorunda kalır. Yani burada cezanın gerekçesi aslında Yıldırım’ın sarf ettiği sözler değildir, çünkü sözlerin hedefi toplumsal dokunulmazlığı olan bir grup. Burada cezanın sebebi Yıldırım’ın kimliği, sosyal medyada var ettiği platformun boyutu ve bunun beraberinde getirdiği güçtür. Çünkü bu zihniyete göre bir kadın yalnızca egemen kesimin bir parçası olmak suretiyle zulmederek fail olma hakkına sahiptir. Mesela bir kadın, kadın düşmanı olabilir, ırkçı olabilir, fakat bu sebeple yargılanmaz. Eğer onun “failliği” sesini ve fikirlerini duyurmaktan ibaret olacaksa bu bir hak değil, suçtur. Bu durumda kadın, salt mağdur olarak sessizce, görülmeden ve duyulmadan var olma hakkına sahiptir. Güçlüyü koruyan adalet, elbette adalet değildir, çünkü asıl korunmaya ihtiyacı olan, güçlü olan değildir.

Pınar Yıldırım’ın, bahsi geçen paylaşımı gerekçe gösterilerek yargılanmasının amacı, güçlü olanın gücünü korumaktır. Bunu yaparken de paylaşımının son ana dek yanlış alıntılanmış olması, yani Yıldırım aslında “erkeklerden hoşlanıyorum” yazmışken bunun iddianamede ısrarla “erkeklerden hoşlanmıyorum” şeklinde alıntılanması da son derece düşündürücüdür. Çünkü aslına bakarsanız Yıldırım’ın ifadesi çelişkilidir: Erkeklerin “aşağılık, karaktersiz cinsiyet” olduğunu, fakat buna rağmen onlardan hoşlandığını söyler. Yıldırım bu sözlerinin, eski eşinin yaptığı bir paylaşıma verdiği bir cevap olduğunu söylüyor, fakat böyle olmasaydı dahi aklı nizam herhangi bir kimse, bunun aslında bir hakaret değil, bir sitem, en kötü ihtimalle de toplumsal bir eleştiri olduğunu anlayacaktır. Bu yüzden bu ifade iddianameye asıl haliyle giremeyecektir, çünkü bir kadının, haklarında ne düşünürse düşünsün, erkeklerden hoşlanmasının bir suç unsuru teşkil edemeyeceği açıkça ortadadır. Bu durumda bu ifade, suç unsuru teşkil edebileceği biçimde değiştirilmek zorundadır. Yanlış alıntılama ile uyandırılmak istenen izlenim, Yıldırım’ın “erkek düşmanı bir lezbiyen” olduğudur, yani uygulanan metot aynı zamanda homofobiktir. Bu durumda Yıldırım, aslında bulunmadığı, fakat mahkeme salonunda istenen biçimde değerlendirilebilecek bir ifade gerekçe gösterilerek cezalandırılmak istenmektedir. Lezbiyenlik elbette ne erkek nefretidir, ne de suçtur. Buradaki şeytanlaştırmanın kökeni kadın düşmanı ve homofobik tecavüz kültürüdür, erkekle sevişmeyen kadını cezalandırmaktır. Bu karar, bizzat yargı eliyle uygulanmış bir kurumsal şiddettir ve kurumsal şiddet, bireysel şiddetin önünü açar. Nitekim Yıldırım, karar çıktığından beri ölüm tehditleri dahi aldığını belirtiyor. Kararı nasıl değerlendirdiğini sorduğumuz Yıldırım, “Bu, ‘al kardeşim bak, ben bile arkandayım, istediğini yap bunlara’ demenin bir başka yolu,” diyor.

Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi aslında örneğin, şiddete maruz bırakılan ve ötekileştirilen bir grup olarak kadınları koruması gerekirken, Yıldırım’ın bu kanun gerekçe gösterilerek ve hatta istismar edilerek yargılanması ve bu yargılamanın da homofobik bir biçimde gerçekleştirilmiş olması, aslında tam da Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi uyarınca suç unsuru olmalıdır.