Aslında Gül tayfası biraz cesaret bulsa, Erdoğan’a, “Yahu Reis biraz yumuşasan da işler rayına girse” diyecek. Fakat bunu diyemedikleri için “Gül aday olmalı” diyorlar

Gül’ü seviyorlar çünkü Siyasal İslam’a aşıklar

Berkant Gültekin berkantgultekin@birgun.net

Milli irade kavramını bu kadar diline dolayıp halkın örgütlü mücadelesinden bu denli korkan başka bir iktidara daha rastlanmamıştır. Muhalefeti hazırlıksız yakalamak için baskın seçimin 66 günlük bir takvime sığdırıldığı yetmiyormuş gibi, geçtiğimiz hafta cumhurbaşkanı adaylığı için gerekli olan 100 bin imzanın da en geç 6 gün içinde toplanmasına karar verildi. Bu, bir yanıyla anayasal bir hakkın kullanımının fiili olarak engellenmesi (açıkça gasp edilmesi) anlamına gelirken, diğer yanıyla da siyasal İslamcı AKP iktidarının ve küçük ortağı MHP’nin gerçek bir demokratik seçim sürecinden ne denli çekindiğini gösteriyor.

Bugünlerin en popüler konusu ise muhalefetin kimi aday göstereceği… Bu tartışmalar içinde halkın ilerici mücadele dinamiği yerine yüzünü tek adamda cisimleşen ve gittikçe çürüyen siyasal İslamcı düzeni içten revize etme girişimlerine dönen “muhalif bir çaba” ile karşı karşıyayız. 15-16 yıllık kirliliğin mimarlarından Abdullah Gül’e, aynı pisliği temizlemesi talebiyle umut bağlayan bu siyasi akıl fukaralığı, seçim tarihi açıklandığından bu yana Gül propagandasına girişmiş vaziyette. Gazetelerde ve TV’lerde Gül projesine rastlamak mümkün. Projenin arkasındaki “stratejik akıl” alışık olmadığımız bir vizyon ortaya koyamıyor; hep bildik argümanlar. Örneğin birisi köşesinde şöyle yazıyor: “Bütün yoklama ve simülasyonlarda, ikinci turda Tayyip Erdoğan’ı yenebilecek tek isim, açık ara Abdullah Gül gözüküyor.” Hangi yoklama, hangi simülasyon belli değil. Yazar ortaya olağanüstü bir iddia atmasına karşın kaynak gösterme zahmetinde bile bulunmuyor. Heyecandan olsa gerek. Ardından şöyle devam ediyor: “Gül dışında gündemdeki isimlerin ikinci turda şansı zayıf. Yine de bakalım kim çıkacak... Tabii kim çıkarsa çıksın şu bir gerçek: Dün ortaya çıkan tabloyla Tayyip Erdoğan, ciddi anlamda rahatlamış durumda. Artık işi, daha kolay.” Yazarın “dün ortaya çıkan tablo” dediği Meral Akşener’in aday olmakta ısrar etmesi ve Gül’ün ortak adaylık planın suya düşmeye yüz tutması… Gül’ün Erdoğan’ı zorlayacak tek aday olduğundan o kadar emin ki, adaylık işinin zora girmesinden sonra neredeyse Erdoğan’ı galip ilan ediyor.

Abdullah Gül ısrarının ardındaki siyasal mantığı anlamak çok zor değil. Bu mantığın barındırdığı etik ve politik sıkıntıların yanı sıra, üstüne kurulduğu stratejik zemin de oldukça çürük. Gül ismi etrafında dönen seçim stratejilerinin dayandığı bu çok bayatlamış “ülke gerçeği” (Kimi zaman da “Siz toplumu tanımıyorsunuz” şeklinde ifade edilen) ezberi, bizi Gül projesinin ötesinde Türkiye’de uzun yıllardır varlığını sürdüren bir siyasal kabızlığa götürüyor. Gül’ün aday olması için diretenlerin yazılarına ya da konuşmalarına bakıldığında karşımıza hep şu klişe çıkıyor: “Türkiye’de yüzde 60-65’lik bir muhafazakâr-milliyetçi seçmen var. Dolayısıyla seçimi kazanmak için bu kesimleri etkileyebilecek bir aday çıkarılmalı.”
Yaklaşık son 15 yıldır sağda solda bu tespiti duyuyoruz. Fakat bu mantığı savunanlara sorulması gereken bazı sorular var. AKP ve MHP’nin oylarının hesaplanmasıyla ulaşılan söz konusu analiz, nasıl oluyor da yüzde 60’lık muhafazakâr-milliyetçi kesimin sadece muhafazakâr profile sahip bir adayla kazanılabileceğini kanıtlıyor, belirsiz. Diyelim laikliğe karşı aşırı bir duyarlılıkları yok ama bu seçmen kitlesinin ekonomik ve demokratik talepleri de mi yok? Neden verili durum, sabit ve değişmez olarak algılanıyor? Muhafazakâr-milliyetçi olduğu ifade edilen seçmenlerin kahir ekseriyetinin emeğiyle geçinen insanlar olduğu düşünülürse, onların neoliberal soyguna karşı sınıfsal beklentilerine yanıt verebilecek güçlü ve inandırıcı bir sol söylemin neden muhafazakâr bir adaydan etkili olabilme ihtimali gözardı ediliyor?

Bu sorular nedense Gül projesinin savunucuları tarafından pek tartışılmıyor. Çünkü işin düğümlendiği yer burası. Tüm ön kabullerin altında, kuşkusuz siyasal İslam’ın geçmişte tesis ettiği hegemonya yatıyor. Şimdilerde çözülmeye başladığı gözlemlenen bu hegemonya, etkin olduğu dönemde Türkiye’de öteden beri baskın bir muhafazakâr tabanın olduğuna, ilerici-sol fikirlerin ise hep geniş kitleler nezdinde marjinal pozisyonda kaldığı yalanına toplumu inandırmayı başardı.

Bunu inandırıcı kılmak için tarih anlatısında da kimi tahrifatlar yapıldı. Örneğin 12 Eylül Darbesi öncesi yaşananlar bir sağ-sol çatışması olarak kodlanarak, aslında hakim kılınan şiddet ortamının, ülke genelinde etkinliğini giderek artıran devrimci fikirlere karşı geliştirildiği gerçeği kasıtlı olarak sümen altı edilmeye çalışıldı. Aynı şekilde Cumhuriyet’in kuruluşunun da halktan kopuk olduğu, aslında ezici çoğunluğu muhafazakâr olduğu öne sürülen toplumun Aydınlanmacı fikirlere on yıllardır tepki duyduğu ancak elit ve laik devlet yöneticilerinin baskısından dolayı bu zulme boyun eğdiği gibi tezler üretildi. Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” ajitasyonunu dilinden düşürmeyen AKP sözcüleri, kendilerinin iktidara gelmesiyle Türkiye’de tarihin olağan seyrine girdiğini propaganda etmeye başladı. “90 yıllık reklam arası” gibi sözlerin alt metninde de hep bu hikâye var.

İşte bugün muhalif gibi görünen “Abdullah Gül’ü aday gösterelim”cilerin de aslında uçta duran bir kanadını oluşturduğu ve AKP’yi yıllardır iktidarda tutan ideolojik meşruiyet böyle oluşturuldu. Dolayısıyla muhafazakârlığı bu toplumun alın yazısı sanan ve siyasal İslamcı hegemonyayı, onu var eden zihniyeti güçlendirerek yeniden tesis etmeyi amaçlayan bu çevreye ait kişileri “demokrat” ya da “muhalif” saymak, onlara hak etmedikleri bir ödül vermek anlamına gelir. Zira onların iktidar karşıtı gibi görünen suretlerinin altında, “Aman düzen bozulmasın” tedirginliği yatıyor. Sabah yazarı Mehmet Barlas, Gül destekçilerine seslenerek “Bari Gülen’i aday gösterin” dedi ama özünde durum bunun tam tersi. Aslında Gül tayfası biraz cesaret bulsa, Erdoğan’a, “Yahu Reis biraz yumuşasan da işler rayına girse” diyecek. Fakat bunu diyemedikleri için “Gül aday olmalı” diyorlar.

Ne var ki sağlamcılığıyla meşhur Gül, bu yarışa girme konusunda risk almadı ve “Geniş mutabakat oluşmadığı için aday değilim” dedi. Görüldüğü kadarıyla geniş mutabakat, Akşener’in adaylık ısrarıyla oluşmadı. Yapılan açıklamalara bakılırsa Gül; CHP, HDP ve Saadet’in ortak adayı olabilirdi. Fakat eski cumhurbaşkanı bunu yeterli görmedi. Belki siyasal İslamcılığın tamir edilemeyecek bir tahribat yarattığını ve yeniden parlatılamayacak kadar kokmaya başladığını o bile anladı. Darısı hâlâ bunu anlamayanların, çürümüşlüğü topluma “umut” olarak göstermeye çalışanların ve Gül kendilerini reddedene kadar adaylarını kesinleştirmeyen siyasi partilerin başına!