Güler Abla’nın ‘Miir’leri

Eski Datça’nın taş evleri gibi taşlı yolları da ıssızlaşmış dinginliğe doğru uzanıyor. Üzerinden uzun ve yorucu bir yaz geçtiği o kadar belli oluyor ki, kepenklerini açmış tek dükkân yok.

Zaten benim de aradığım bir şey yok. Can Yücel Sokağı’nın başına gelince ayaklarım kendiliğinden o dar yola sapıyor. Biliyorum evde kimseyi bulamam. En son bir ay önce yine Datça’daydım. Güler Ablayı (Yücel) görmek istiyordum, Su Yücel’i aradım. Tesadüf bu işte Su, Datça’da annesinin yanında değil mi? Kısa bir konuşma sonrasında “yarın on iki, yarım arası” ziyaret için sözleşmiştik.

Ertesi sabah gelen telefon, iyi haberler vermiyordu. Güler Abla sabaha kadar uyuyamamış ancak sabah gün doğduktan sonra ağrılarından daha ağır basan bir uyku gelmiş onu huzurlu bir sessizliğe alıp götürmüştü. Randevuyu iptal etmiştik.

Bu sefer hiç şansımı zorlamadım. Güler Ablayı seviyorsak, rahatsız etmememiz gerekir, düşüncesiyle evin önünden şöyle bir geçeyim dedim. Tam evin önüne geldim ki, Güler Abla telefondan bir konferans veriyor canlılığında konuşma yapıyor, sesi evin verandasını aşıp bütün sokağı çınlatıyor. Artık benimki günah olmazdı. Seslendim “Güler Abla” diye, kapıyı onun Yaşam Asistanı Hikmet Altınoğlu açtı.

Merdivenleri bir çırpıda çıktım, Güler Ablanın yüzünde güller açıyor. Bir yanında boyaları, önündeki alçak masada kâğıtları, kitapları, bir yanında Datça Sanayi Sitesi’nden şair-otomobil tamircisi İsa İnan, diğer yanında, Yağmur Umut ile Hikmet Altınoğlu, telefonda da diğer kızı Güzel Yücel günlük olağan bilgi alışverişi yapıyorlar. Bir ay öncesinin o umutsuz iptal edilmiş randevudan sonra karşımdaki Güler Yücel sanki yirmi yıl geriye gitmiş gibi duruyor. Yanına ilişip ellerini, yanaklarını öpüyorum ve doğal olarak sağlık üzerinden girizgâh yapıyorum:

-Abla sizi çok iyi gördüm!

-Evet çok iyiyim Nazım. Hatta o kadar iyiyim ki, dün akşam tango gecesine bile gittim. Ama oturdum, dans edenleri izledim, ben dans etmedim!

Güler Abla’ya gözlerinden sevgi fışkırarak bakan Hikmet, bir çırpıda kahve yapıp getiriyor. Güler Abla ise yeni kitaplarının müjdesini veriyor. Anılarını kendi resimleri ve şiirleriyle bezeyerek yazıp bitirmiş. Adını “Olduğu gibi” koyduğu kitabın prova baskısı elinde, -eğer gerekiyorsa- son düzeltmeleri yapması için yollamışlar. Kapağını çeviriyorum, Güler Abla’yı anlatan bir şiir ile başlıyor. Altında Can Yücel imzası var. Hayır diyor, Can’ın değil benim şiirim o… Sonra da şahane bir görev veriyor:

-Hazır bulmuşken düzeltiver!

Kesik uçlu kalemimle Can Yücel’in üzerini çizip, Güler Yücel yazıyorum. Benim gibi tashih rekortmeni, kendi yazılarını hatasız yazıp bitiremeyen biri koskoca Güler Yücel’in kitabında “düzeltme” yapıyorum. Elbette inanılmaz bir şey!

Kitabın renkli sayfaları arasında dolaşırken basılan son kitabını uzatıyor Güler Abla, bir de takdim yaparak:

-Can şiir yazıyordu ya, ben de ‘Miir’ yazayım dedim.

Kitabın tam adı: ŞİİR MİİR!

Ne anlama geldiğini ise arka kapak şiirinde şöyle anlatıyor:

“Neyin var olduğu,

neyin yok olduğu belli değil hayatta.

Çok usta bir sihirbazmış şu hayat…

Var olanı yok, yok olanı var kılıyor.

Yok olmaya karşı

Şiir Miir…”

Güler Yücel Datça’da o kadar güzel yaşıyor, yazıyor, resim yapıyor, yaratıyor, üretiyor ki, hele yıpratıcı yaz hoyratlığı da bitmişken…