‘Reis’ ve ‘Hoca’ diye sanki iki ayrı kişi varmış gibi yapılan tartışmaların içeriksizliği ve utancı karşısında insanın dili tutuluyor. “Küçük Enişte” deyip gülümsediğimiz, şu an temsili başbakan bulunan ‘Hoca’, bugün coğrafyamızda olan bitenin akıl hocasıdır aslında. ‘Reis’in akıl dışı düşlerinin akademik zeminini hazırlamıştır ve en az onun kadar hırslı, gerçekle ilgisi kopuk, memleketi uçurumdan aşağı atacak dek maceracı bir kimsedir ‘Hoca’. “Stratejik Derinlik” adlı kitabı okuyunca ne olduğunu kavrarsınız. (Asla önermem zamanınıza yazık) “Neo-Osmanlı” zırvasının mucidi “Hoca” şimdi gerçeğin tokadını yedi. Yedi de, esas durum nedir bir de ona bakalım…

Türkiye bugün bir kişinin elinde oyuncak olmuş halde, savrulmakta ve dahası ölümle burun buruna yaşamaktadır. İki tür ölümden söz ediyorum. Birincisi kişinin can güvenliği olmayışıdır… Yani her an bir bomba, füze başınıza düşebilir ve kim vurduya gidebilirsiniz. Abdestli olmak telkini dışında devletin size sunacağı hiçbir çözüm yoktur. Bir de toplumun ölümü var ki bu da gerçekleşmek üzere. Uyuşmuş, duygusuzlaşmış, tarihsel tüm birikiminden vazgeçmiş, onurunu ayakaltına almış bir toplum ölüdür. Dolayısıyla ‘Reis’ ve ‘Hoca’ kavgası değildir söz konusu olan. Esas olan ölüm-kalım savaşıdır.

Ekranlara şöyle bir göz atın halimizi hemen kavrarsınız. Merkez medyada yapılan tartışmalar ve konuklar içler acısı. Soru sormayan gazeteciler, hamasetin fikir olduğunu sanan akademisyenler, öngörüsüz siyasiler ve kayıp giden hayatımız. Bu tablo içinde çocuklara tecavüz ediliyor, takkeli/sarıklı herifler derslere sokuluyor öğretmen olarak, maketler tavaf ettirilip küçücük çocuklar sanal hacı yapılıyor, döviz zenginleri son voliyi vuruyor! Bu acıklı hal karşısında hiç mi sözünüz yok yahu? Herkes bugün, en azından çocuğu için sorumluluk almalı, bir cümle kurmalı!

AKP bir siyasi parti midir?

Bu haklı bir sorudur. Örgütleri vardır, seçmenden oy almıştır, iktidar olmuştur, vekilleri vardır. Ama bildiğimiz türden bir parti değildir. O halde gerçek ne peki? Burada tek adama biat esastır. Bunu söyleyen kendileridir. ‘Reis’ artık aşkınlık yaratmış bir sultan, tanrısal yetileri olduğuna inanılan bir varlıktır. Kimi iktisadi gerekçelerle buna inanıp diz çökmüştür, kimi siyasi beklentilerle eyvallah demiştir, kimi de sahiden bunu böyle sanıp teslim olmuştur. Ne dedi ‘Reis’ onlara: “Bu makamlara nasıl geldiğinizi unutmayın!” tek adam buyurgandır, yakında bir şehzade başbakanlığa oturacaktır. Önce damat, sonra oğul… Buna hanedan denir. Post-modern Osmanlıcılık oyunu da böylece tamamlanmış olur!

AKP eğer bildiğimiz türden bir parti olaydı Gül kenara konduğunda ses verirdi mesela. Ya da özgül ağırlığı olan Arınç evde emekli hayatına tıpış tıpış gitmezdi. Söz gelimi Hüseyin Çelik, neredeyse popstar gibi her gün çıktığı televizyonlardan kopunca acısını içine akıtmaz, isyan ederdi. En sonuncu örnek, başbakanlık bile yaptırılan Davutoğlu bunca ihtirasına karşın, boyun büküp kenara çekilmezdi. AKP demek RTE demektir. Ya boyun eğersin ya yok olup gidersin!

Dün “Küçük Enişte” diye anılan ve gülümseten Davutoğlu’nun halini görünce hem irkildim, hem kederlendim. Belli ki söylemek istediği çok söz var. Ama susmak zorunda… Üç günde kelle gitti. Memleketim adına irkildim. Bu kadar zavallı halde miyiz? Koskoca profesör(!) olmuş biri, en üst makamlara gelmiş bir kimse azarlanıyor, çıt diyemiyor. Bu kutlu dava dedikleri nedir? Bir kişinin hülyalı dünyasına milyonların hizmet etmesi mi?

Esas tokadı yiyen kimdir?

Ne bombalar, ne faili meçhuller, ne hırsızlık, ne yolsuzluk, ne iş cinayetleri, ne hukuksuz mahkemeler, ne yoksulluk, ne ırzına geçilmiş çocuklar, ne tepesine bomba yağan kentler, ne cehalet bataklığı, ne sansür, ne cumhuriyetin elden gitmesi, ne bayramların çalınması ne yurttaşı tekmeleyen danışmanlar, ne milleti birbirine kırdıran mezhepçi söylem aklınızı başınıza getirmedi…

Peki, öyleyse bir de şöyle diyeyim;

Siyasi düşünürü Abdülkadir Selvi olmuş bir ülkenin yurttaşlarıyız.

Bu da mı aklınızı başınıza getirmiyor?