İktidar sahte gülücükler eker, ekmeye çalışır. Bir yanda da gülmeceyi sınırlar iktidar. İktidarların sayısız paradoksundan biridir bu.

İtalyan yazar Dario Fo’ya verilen Nobel Ödülü gerekçesinde yer alan şu açıklamalar gülme ve iktidar ilişkisindeki paradoksun nedenini ortaya koyuyor; “Günlük yaşamdaki haksızlıklara ve baskılara güldürerek ve düşündürerek karşı çıkması, bağımsızlığından ve olaylara bakış açısından ötürü büyük riskleri göze alması ve sonuçlarına katlanması.” Nobel’e ilişkin eleştirilerimizi saklı tutuyoruz, ama bu saptama da soruna göbekten dokunuyor! Gülme/güldürme sorunsalını “mizah”/gülmece” yazma olarak meslek edinen bir yazarın, yapıtlarının biçim ve içeriğini oluşturan güldürü için, büyük risklere yapılan vurgu önemli. O risklerin kaynağının iktidar oluşu açıklıkla söylenmemiş olsa da!
              Syrakusa kralı, Platon’a Atina yasalarını hangi kitaptan öğrenebileceğini sormuş. Bilge de ona Aristophanes’in bütün komedyalarını okumasını önermiş…
              Dario Fo ya da bir başka yazarın gülmece üzerinden iktidar eleştirilerinin doğruluğu bir yana, gülme edimi için bütün güldürü külliyatını okusak, yaşadığımız koşullarda gülmek neredeyse olanaksız. Türkiye hapishanelerinde yüzlerce mezalim örneği zaten varken, şimdi yine yüzlerce insanın açlığa doğru yol alışı, değil gülmek, tebessümü bile olanaksız kılıyor.

Daha önce birkaç kez daha yazmış ve söylemiştim: İçerdeki insan her zaman haklıdır! Çünkü, siz dışardasınız. Siz, görece de olsa özgürsünüz. Gülmek istemeseniz, tebessüme dahi gönlünüz dönmese bile, yine de bunun için seçim hakkınız var. İçerde olmaktaki sorun, özgür olmamak sorunu değil, doğrudan yaşamınız tehlikede. Üstelik bu tehlike, bilinçli bir seçimle girilen açlık grevi, ölüm orucu eyleminden bağımsız bir durum. İçerdeki kişi bu eyleme girdiğinde, duvarların/hapishanelerin sahibi olan iktidar insani bir tepki yerine, “düşman” tepkisine ve eylemine devam ediyor. Oysa, açlık grevi olsun, ölüm orucu olsun, buna neden olan doğrudan iktidarın kendisi. İktidar, hukuksal tanımıyla, ikinci… beşinci dereceden bir sorumlu değil,  “asli fail.”

Türkiye hapishanelerinde 1984 sürecini, 1996 ölüm oruçlarını ve “Hayata Dönüş” katliamını anımsamak, içerde olmanın yaşamsal tehlike oluşturmasının en bilinen örnekleri. İçerden dışarıya bazen şiirler çıkıyor, hatta koskoca bir cezaevi edebiyatı çıkıyor. Çekilen acılara karşın bu belki iyi bir sonuç sayılabilir bu durum. Örneğin “Memleketimden İnsan Manzaraları” da bu bağlamda, bizim için bir şanstır. Ama Türkiye hapishanelerinden sık sık ölümler çıkar.  Tabutlar çıkar bile denilemez kimi zaman. Çünkü bir tabutun bile fazla geldiği, yanmış, yok edilmiş bedenler çıkar içeriden. Acılı bir anne, son kez öpebileceği cansız bir evlat bedenine, tenine, yüzüne hasret kalır.
            İşte bu nedenle, içerdeki her zaman haklıdır. İçerdeki ne söylese doğrudur. İçerdeki ne söylese, kabul etmek gerekir. Ta ki nizamiye kapısından canlı, sağ çıkıncaya kadar. İşte o zaman tartışırsınız içerdekiyle.
            İşte bu ülkenin iktidarları böyle bir tartışma kültüre sahip olmadığı için, zaten zor olan gülmek artık olanaksızlaştı. Artık tebessüme bile yer kalmamaya başladı bu hayatta…
          

Haftanın dizesi; “her gördüğümde unuturum diye baktım acına” (Gökhan Cengizhan, Çoban Matı, Ürün y.)