Tarih bilincini canlı tutmamız ve mizahın da bir hegemonya alanı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Nelere güldüğümüzü, kahkahayı kimin attığına bakıp bakmadığımızı, hangi komedinin bizim olduğunu bilip bilmediğimizi sürekli sorgulamak zorundayız. Böylece gülüşün kaynağına inme ve neye hizmet ettiğini öğrenme şansımız olabilir.

Gülmenin teorisi

DOĞUŞ SARPKAYA

Gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan gülmenin dev bir endüstri yaratmasına rağmen üzerine çokça düşünülen bir konu olmaması hayret verici. Mizah dergileri, filmler, diziler, mizah kitapları, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte mizahı merkezine alan sosyal medya hesapları insanların gülmesinden para kazanarak dev bir ekonomi oluşturmuş durumdalar. Hal böyleyken neden güleriz sorusuna derinlikli bir cevap arayanların sayısının bu kadar az olması şaşırtıcı. Bu şaşkınlığı yaşayanlardan biri olan Henri Bergson yaklaşık 120 sene önce Gülme adlı eserini oluşturan makaleleri yazarken bir nebze olsun bu eksikliği gidermeye çalışmıştı. Eski Yunan’dan bu yana gülme üzerine düşünülse de bu eylemin oluşma dinamikleri ve ideolojik saikleri yeterince serimlenmiş değil. Son yüzyılda bazı temel eserler bu eksikliği gidermeye yönelik atılımlar yaptılar. Bu eserler sayesinde gülme ve mizah üzerine yeniden düşünme fırsatı bulduk.

İlk taşı Bergson’un attığını söyleyebiliriz. Gülme başlıklı eserinde eylemi toplumsal ve felsefi olarak inceler yazar. Neden güleriz sorusuna verdiği yanıt, gülmenin toplumsal bir eylem olduğudur. Bergson için, gülme aracılığıyla toplumsal yaşamla uyum sağlanır. Önlenemez, neşeden kaynaklı kahkahayı bir kenara koyarsak, gülme işlevsel bir eylemdir Bergson’a göre. Bu eylem toplumsal normlarla uyuşmayan davranışları hizaya çekmekle görevlidir. Bu anlamıyla da egemenin toplumu dizayn etmesine de hizmet eder. Bergson’un bu yorumunun oldukça karamsar olduğunu söylemek mümkün. Çünkü iktidar karşısında devrimci bir kahkahanın nasıl yıkıcı bir güce dönüşebileceğini tümüyle göz ardı eder. Mizahın çoğunlukla muhalefetle birlikte anılması ise şaşırtıcı değildir.

DİRENİŞ VE KAHKAHA

Mesela Gezi Direnişi bize gülmenin nasıl bir direniş sanatına döneceğini göstermesi açısından önemli bir deneyimdi. Afişlerle, duvar yazılarıyla, şarkılarla, sloganlarla, Twitter temaşasıyla, sosyal medya paylaşımları, web siteleri ile direnişin mizahi yönü öne çıktı. Gelişmeler, toplumsal hareketlerin mizahi ve ayrıksı yönleri ile ilgili tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Özellikle 1980’lerin ortalarında Batılı akademik çevrelerde fazlaca bir ilgiye mazhar olan Mikhail Bakhtin’in karnaval imgesine sıkça başvuruldu. Bu yeni dönemde, iktidarı alaşağı etme ve iktidara karşı direnmenin farklı yönlerini öne çıkaran Barry Sanders’in çalışmaları da dikkat çekti.

Karnaval toplumsal sınırların yıkıldığı, alaşağı/altüst edildiği, gerçeklerin ve gerçeklerin sapkın yorumlarının dolaysız bir şekilde ortaya serildiği ve farklı dillerin, aksanların bir arada konuşulabildiği bir ortamı anlatır. Bakhtin’e göre karnavalın belirleyici öğelerinden biri gülmedir. Sahici gülme ciddiliği yadsımaz, onu kapsar. “Gülme dogmatizmden, hoşgörüsüz ve korkutucu olandan arındırır; fanatiklik ve ukalalıktan, korku ve sindirmeden, öğreticilikten, toyluk ve yanılsamadan, tekil anlamdan, tekil düzeyden, duygusallıktan kurtarır.” Bakhtin, özellikle Rönesans döneminde ortaya çıkan ve ortaçağın ikili dünyasını -ciddi kilise retoriği ve gülme ile kendini yansıtan karnaval yaşamının- gülme yönünde büken, dönüştürücü gülme eyleminin, dünyayı sorgulama ve değiştirmede büyük rolü olduğunu savunur. Karnaval, komik olanla eşzamanlı ortaya çıkan küçük düşürülmeler, rezaletler ve aşırılıklarla gerçekliği ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir.

Barry Sanders ise Kahkahanın Zaferi kitabında Bakhtinci gülmeyi tarihsel bir bağlama yerleştirir. Gülmenin yıkıcı bir tarihini yazma iddiasıyla yola çıkan Sanders, gülmenin direnişi tetikleyen etkilerini ve egemenlerin buna karşı aldığı pozisyonu masaya yatırır. Sanders’a göre nesnelere tek bir bakış açısıyla bakmamak, onlara ilişkin kurgusal ve imgesel dünyalar yaratmak mizahın ya da genel olarak estetik deneyimin beslendiği alandır. Hayal gücünün beslediği mizah, nesnelerin yeni bir biçimde görülebilmesini sağlar. Bu da günlük yaşama ile mesafe alınmasını sağlayarak, gerçek olana karşı uzaklığın oluşturulmasına, umudun ve düşlerin alanının genişletilmesine olanak verir.

ÇEKİNCELER

Marksist eleştirmen Terry Eagleton ise Mizah adlı eserinde, Bakhtin ve Sanders’in teorilerinin gülmenin toplumsal normları yeniden üretme işlevine gözlerini kapadıklarını ve bardağın sadece dolu tarafını gördüklerini hatırlatır.

Gülme ve mizahı tüm yönleriyle ele alma çabasıyla kaleme alınan eserinde Eagleton, ilk iş olarak kahkahanın çeşitlerinin ve oluşma dinamiklerinin peşine düşer. Pek çok düşünürün gülmeyi sadece deşarj olma aracı olarak gördüğünü vurgulayan yazar, bir sonraki adımda psikolojik açıklamalara yoğunlaşır. Sigmund Freud’un kahkahayı süper ego ile id arasında bir psikolojik muharebe alanına hapsetmesi sorunuyla karşılaşırız bu bölümde. Lakin Freud aynı zamanda şakaların yüce olanı sıradanlık seviyesine indirdiğini de vurgular. Freud’un bu vurgusu bize ister istemez Bakhtin’i de hatırlatır.

Ama Eagleton, hem sadece rahatlama teorisinin hem psikolojik açıklamaların hem de karnaval ortamının yıkıcılığı fikrinin eksiklerini tartışmaya açar. Çünkü kahkaha, kime nasıl hizmet ettiğine göre üzerine yeniden düşünülmesi gereken bir eylemdir. Her gülme kategorik olarak demokratik, devrimci, yıkıcı ya da yüce olanı göz seviyesine indirme gücüne sahip değildir. Eagleton, Bakhtin için “TV şovlarından ya da sağ kanat komedyenlerinden iyi ki haberdar değildir” derken, gülmenin kimi zaman sağcı önyargıları da besleyebileceğini de anımsatır. Böyle bir bakış açısı gülmenin devrimci olmayan biçimleriyle bir hesaplaşma yaşanmasını gerektirir. Eagleton tam da bunu önüne koyarak küçümseyip, alay edenleri de aykırılıklara gülenleri de üstünlük taslayıp aşağıda gördüklerinde komiklikler bulanları da eleştirel bir perspektifle ele alır. Terry Eagleton, Mizah’ta, tarih bilinciyle ve mizahın farklı politik, ideolojik, felsefi, teolojik, psikolojik veçhelerini tartışmaya açma inadıyla gülme üzerine yeniden düşünmemizi sağlar.

GÜLMEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

Hem Bergson’un erken uyarısı hem Bakhtin ve Sanders’in umutlu teorileri hem de Eagleton’ın eleştirileri muhafazakâr ağırbaşlılık ve ciddiyetin karşısına dikilen yaratıcı gülmenin muhalif potansiyelini ve güçlü olanın kötü mizahına gülmek zorunda bırakılan güçsüzün teslim olma aracı olan kikirdemesinin acizliğini anlamamızı sağlar. Gülmenin yıkıcı etkisinin inatla arttırılması, teslim alıcı etkisinin ise yenilgiye uğratılması gerekiyor. Gülmeyi yüceltip sahte bir umuda bel bağlamak da mizah üzerindeki gerici hegemonyayı tespit edip sinik bir kötümserliğe sürüklenmek de doğru bir çözüm gibi gözükmüyor. Bunun yerine tarih bilincini canlı tutmamız ve mizahın da bir hegemonya alanı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Nelere güldüğümüzü, kahkahayı kimin attığına bakıp bakmadığımızı, hangi komedinin bizim olduğunu bilip bilmediğimizi sürekli sorgulamak zorundayız. Böylece gülüşün kaynağına inme ve neye hizmet ettiğini öğrenme şansımız olabilir.