Gülten Akın, klasik biçimde bir ‘dize şairi’ deyip geçemeyeceğimiz bir şair. Çok güzel dizeler yazmak için yazanlardan değil. Sözün boşa gitmesini istemeyen, sözcükleri boşuna yormak istemeyen, onları da canlı varlıklar olarak gören, organik, hakiki bir şair

Gülten Akın'ın yepyeni, kıpkısa, depderin şiirleri

Gülten Akın, Eylül 1995’te yayımladığı Sonra İşte Yaşlandım (YKY) kitabıyla yepyeni bir şiir dönemine girdi. 62 yaşında başlayan bu dönemde, daha sonra yayımlayacağı 4 kitapta da rastlayacağımız kısa şiirlere yöneldi. Tümüyle kısalmadı şiiri, ama kıpkısalarda da derinliği arttı, çoğaldı ve son kitaplarındaki bu şiirler de onun ‘unutulmazlar’ı arasındaki yerini aldı.

Sonra İşte Yaşlandım’daki “KISA ŞİİR/bir” belki de bu dönemin ve kitabın ilk kısası olması nedeniyle en bilinen, en çok tekrarlanan ve hatırlanan şiir oldu: “Bir roman kadar uzun bu tümce,/-Sonra işte yaşlandım.” (agy., s.7) Tam olarak bir ‘mırıldanma’ diye bakıyorum bu şiire. Başkalarının da vakti gelince mırıldanması için mırıldanılmış. Söylenmiş ya da yazılmış değil, okunmak için de değil. Yalnızca ve ancak, insanın vakti gelince mırıldanması için.

Aynı kitaptaki “KISA ŞİİR”lerden ikincisi ise hem bir ‘anımsama’ gibidir hem de tenin de bir belleği olduğuna işaret eder: “Hızlı öpüşlerle lekelenir ten/uzun kalır usul öpüşlerin anıları” (s.9)

Kısalardan dördüncüsü ise nasıl okunursa okunsun, ister dize, ister cümle, ister aforizma, “geçmek, acıyı getirir daima” (s.13), hep derinliğine duyumsanacak ve her okuyuşta insanı durduracaktır. Öncelikle çooooook uzun zamanların, anıların, acıların güngörmüş bir ifadesi olarak okunabilecek bu dize, öte yandan şiir ve yaşam arasındaki organik ilişkinin hakikiliğini de gösterecektir. Tek başına bile çok etkileyici olan bu dize, kısa şiirlerin birincisiyle beraber okunduğunda da yeni anlamlar kazanarak, çoğalmayı ve hareketi sürdürecektir: “Bir roman kadar uzun bu tümce,/-Sonra işte yaşlandım/geçmek, acıyı getirir daima”. Yukarda vurguladığım gibi, nasıl okunursa okunsun, hep bir şiirin ‘süzülmüş’, ‘damıtılmış’ halinin de en kısa, en yoğun örneği olarak kalacaktır.

Beşinci kısa şiiri ‘dilin şiddeti’ne karşı müthiş bir eleştiri diye okudum, aynı zamanda da bir yanıt olarak, ‘şiirin şiddeti‘ diye: “Enkazına havlanıyor terkedilmiş dilin/gece köpek içinde”. Havlanmak: Bir kumaşın üzerinde hav oluşması. Peki bu dizede ne oluşuyor? Havlamaktan avlanmaya, hayıflanmaktan ağlamaya pek çok şey.

Kısa şiirlerin altıncı ve yedisi ‘suskunluğa’ dair bir diyalog sayılır. İlkinde “Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda/Sustum durdum geriye geriye çekilerek” derken, ikincisinde “Sözlerin bumerang gibi/döner yaralarsa seni/ağzın dilin gereksizdir/susarsın” diyerek, en gözde izleklerinden ve nerdeyse bir antoloji oluşturabilecek çokluktaki ‘susma’ ve ‘konuşma’ ikiliğine yeni deyişler katar. Burada ve daha sonra anacağım kimi kısalarında, başka yazılarımda da değindiğim bir ‘akrabalık’tan söz etmek de mümkün. Bu şair Behçet Necatigil olunca, akrabalık daha da yakınlaşır ve kardeşliğe dönüşür, “yol bir sürek bir” anlayışına uygun biçimde, aynı yolu farklı süren iki kardeş şairdir onlar. Gülten Akın, Necatigil’in özellikle Bile/Yazdı kitabındaki ‘şiir uçları’na yakın söyleyişler tutturur kimi yerde. Kısaların ondördüncüsü gibi: “Çağ açıklanır varlığıyla kimi şeylerin/geçmiş, yokluğuyla açıklanamaz” (s.35)
Onbirinci kısa, Gülten Akın’ın kendi şiirine karşı bir ‘sürpriz’i gibidir: “Solaktır/ boynuna çizildi doğarken/sol yanında Allahın gülünü taşıyor”.

Kısalar, kıpkısalar bu dönemin ikinci kitabı olan Sessiz Arka Bahçeler’de de (YKY, 1998) sürecektir: “İtip beni/balıma dadanan bu çağı sevmedim” dizeleri, ‘Bir Çağ Yangını‘nda yazan şairin “Kimse” olma halinin halince söylenişidir. “Çağ“ vurgusu Necatigil’le olan şiirsel yakınlığının ortaklaştırdığı sözcük, kavram ve imgelerden başlıcasıdır. Çoğu kere telaffuz bile etmeden şikâyet, serzeniş ve itirazını yönelttiği şey çağdır. Ve iki şairde de aynı duyarlılık boyutunda bir karşı çıkışın simgesidir.

Çağın en kapsamlı, içten, yakıcı eleştirisini 'Mavi Kuş' şiirinde yapar Gülten Akın. Uzak Bir Kıyıda (YKY, 2003) kitabında yer alan şiir şöyle başlar: “Mavi kuş uzak tellerde, şehirlerimiz güç/işgal altındayız/dışa düşen hayat hayatımız/onu oralara biz atmadıksa/kimdi, kimler” (agy., s.41)

Kıpkısa yopyoğun depderin şiirlerden biri de, Gülten Akın’ı belki de en farklı kılan, onun toplumcu anlayışı içinde bireyin gerçekliğini hep gözeten tutumunun örneği olarak okuduğum “Pazar” şiiri: “Pazar çocuk kızların nesidir/ten kafesidir”. Ve Gülten Akın şiirinin sürekliliğini duyuran, onun hem düşüncesinin hem ahlakının hem de şiirinin en yüksek buluşmalarından biri olan 'Saf' şiiri: “En ağır sınavdan en saf olan geçer/öder geçer” (s. 35). 'Ayvaz Ağıdı' şiirinin sonunu hatırlayalım: “Yol olmuştur en yiğidin yanması/sana bu ataştan çokça pay düştü.” Umutsuz zamanlarda bile kadının, insanın, toplumun direncini yazan şairin inadının, sözünde diretmesinin belgesi ve tanığıdır bu dizeler. Onların yakınlığı, sürekliliğidir.

2007’de yayımlanan 'Kuş Uçsa Gölge Kalır’da (YKY, 2007) kısalar, başlıksız şiirler olarak yer alır ve kitap “Ötekini oku, derinde dipte duranı” dizesiyle başlar. Sanki her kitabına bir savsöz saklamıştır şair. “bende bir gülten kaldı/hangi başa diksem yabancı” deyip sonsuz yolculuğa çıkmaya birkaç yıl kalmıştır.

Son kitabı 'Beni Sorarsan' (YKY, 2013) yayımlandığında 80 yaşındadır. “Türkçenin yaşayan en büyük şairi” seçileli çok olmuştur. Benim itirazımı da anlamıştır, ‘en büyük’ ne ki, Gülten Akın Türkçenin en incelikli şairidir! Kitabın önsözü olarak yazdığı “Ağır, Çok Ağır Dünya!” yazısı da bir vedadır: “Beni sorarsan,/Kış işte/ Kalbin elem günleri geldi”.

Gülten Akın, klasik biçimde bir ‘dize şairi’ deyip geçemeyeceğimiz bir şair. Çok güzel dizeler yazmak için yazanlardan değil. Sözün boşa gitmesini istemeyen, sözcükleri boşuna yormak istemeyen, onları da canlı varlıklar olarak gören, organik, hakiki bir şair. Tüm varlıklara saygı duymanın önkoşuluyla yetişmiş, düşünmüş, yazmış olduğu için de şiiri bazen yeterince ‘sıcak’ gelmeyebilir, ‘mesafeli’ bulunabilir. Zamana direnen, içe işleyen bu şiirler bize hakikatı duyurmaya çalıştığı için aynı zamanda ‘mesafeli’dir de. Çünkü gerçekler kolay kolay değişmez ve onlarla başetmesi için yazılan şiirlerin de, tıpkı ‘çeliğe su verilmesi’ gibi, kalıcı, yakıcı, dirençli olması gerekir. Bu da şiirin ‘soğukkanlı’ ve ‘mesafeli’ olmasını gerektirir. Son kitabı “Şiir”le biter: “Şiir bizim eski suç ortağımız/Biz ne işledikse onunla işledik.”