Modernizm ölmüyor yenileniyor, gerileyen burjuva ideolojisi ile ilişkilerini kopartıyor, sosyalizmin özgürlük ve demokrasinin buzkıranı oluyor. Bir kere daha bilimsel gelişme ile modernizmin ilişkisi daha sağlam bir şekilde kuruluyor.

“Gülümse, yitirme umudunu, başaracağız”

Kapitalizmin bilimi manipüle etme çabası sürdükçe bilim ile çelişkisi de derinleşiyor; bilimin metafiziğe teslim olmayacağı anlaşıldıkça modernite de zincirlerinden kurtuluyor.

Charlie Chaplin, 1936’da çevirdiği Modern Zamanlar adlı olağanüstü filminde insanı makina dişlileri arasına sıkışmış olarak görüntüler. Hızlı çalışmaya zorlayan bantta sürekli vida sıkan işçi sonunda dayanamaz düşer, dişliler arasına sıkışır. Ya da en iyisi özetleyelim biz bu olağanüstü filmi. Bir fabrikada montaj hattında monoton bir işte, delicesine bir tempoda çalıştırılan işçi Şarlo tempoya ayak uyduramaz ve zamanla bunalıma girer. Bir dizi şanssız olaydan sonra patronları onun delirdiğini öne sürerek akıl hastanesine gönderirler. Buradan çıktığında da tesadüfen elinde salladığı kırmızı bir bayraktan ötürü komünist olduğu iddiasıyla tutuklanır. Sokakta babası grev sırasında öldürülen bir genç kızla tanışır, arkadaş olurlar. Ona bakabilmek için işe girer ama her girdiği işten de atılır. Sık sık hapse girer çıkar. Sevgilisi gece kulüplerinden birinde dansöz olarak çalışmaya başlar ve Şarlo’ya da aynı yerde iş bulur. Ama uzun sürmez mutlulukları. Bütün olanlardan sonra yılgınlığa düşen, derin bir üzüntüye kapılan, umudunu yitiren genç kız “Bunca çabaya değer mi?” diye sorar. Bu sessiz filmin son altyazısında o güzel müziğin eşliğinde “Smile” der Şarlo sevgilisine, “Gülümse, yitirme umudunu, başaracağız.”Modern Zamanlar Nazi Almanya’da, faşist İtalya’da yasaklandı. Amerikan Komünist Faaliyetleri Araştırma Komitesi filmin apaçık komünizm propagandası olduğuna karar verdi; Charlie Chaplin de ABD’yi terk etti. Ben bugüne kadar kapitalizmi daha iyi anlatan başka bir film görmedim. Bana sorarsanız bu filmin mesajı yalnızca kapitalizmi çıplak bir şekilde anlatmakla sınırlı değildir, Modern Zamanlar aynı zamanda kapitalizmin modernite ile tükenmiş zoraki beraberliğinin bittiğini de ilan eder.

UZUN KANLI İBRETLİK BİR TARİH

20. yüzyılın son yarısı 21. yüzyılın ilk çeyreği “modernitenin ölümü”, “sosyalizmin iflası” türünden içi boş iddiaların sahiplerinin şımarıklıkları ile geçti. Kapitalizmin sola, sosyalizme, modernizme karşı keskin itirazı, faşizm-Nazizm formunda ortaya çıkmıştı. İkinci Dünya savaşı kapitalizmin vahşi yüzünü gözler önüne sermiş, Burjuvazi sosyalizmden duyduğu büyük korkuyla faşizmin Nazizm’in zaferine bel bağlamıştı; işler öngörüldüğü gibi gitmedi, Frankenstein kısa sürede denetlenemez hale geldi. Canavarın istediklerini “zafer” diye tanıttıkları anlaşmalarla nazlanmadan verdiler. Hitler’in “lebensraum”u, yaşam alanı genişledikçe genişledi. Doğuya sosyalist Rusya’ya yönelmiş Alman ordularının zaferini büyük bir heyecanla beklediler; olmadı, Frankenstein yüzünü Batıya da çevirdi. Sosyalist ülkeyle zorunlu işbirliği kendini dayattığında dağları bekleyen korku, sosyalizmin Avrupa’da yayılması korkusuna dönüştü. Korkuları gerçekleşti. Bu nedenle de savaş sonrasının uzun vadeli planlarınında sosyalist dünyaya karşı yalana, demagojiye, kuşatma doktrinlerine dayalı “soğuk savaş” hâkim oldu.

Kapitalizmin silahlı saldırıları bu dönemde hız kazandı. Ortadoğu’da Asya’da genişlettiği saldırılar sonuçsuz kaldıysa da vazgeçmeyi düşünmediler; tam tersine ayakta kalabilmek için bu savaşları sürdürmek gerektiğini öngören doktrinler icat ettiler. Sovyetlerin yenilgisinden, sosyalist blokun dağılmasından sonra büyük bir şımarıklıkla ilan edilen “tarihin sonu”, “kapitalizmin kesin zaferi” iddiaları ideolojik saldırı ile bütünleşti.

Bundan sonra modernitenin taşıyıcısı olma iddiası bir yana bırakılacak, tekniğin kötüye kullanılmasının yolları bulunacak, bilim insanları zorlanacak, bilimle kilise arasındaki savaşın hiç değilse bir noktada durdurulması için yoğun mesai harcanacaktır. Metafiziğin yeniden moda olabilmesi, tarikatların yeniden etkinleşmesi için çaba yoğunlaşacaktır. Daha önemlisi, modernitenin eskidiği, bittiği ilan edilecek entelektüeller postmodernizmi bu yeni felsefeyi mümkün olduğu ölçüde gizemli bir filozofi olarak piyasaya sunacaklardır. Kolay iş mi? Direnişe katılmış Sartre gibi varoluşçular işe yaramadı, ama kullanışlı filozof kıtlığı mı var. Eskiler, örneğin Nietzsche yeterince kafa karıştırmıyorsa, Nazizm’in güzide filozofu Heidegger’e başvurulabilir, Hitler’in rektörü baş tacı edilebilir. Hiç zaman yitirmediler; Heidegger aşkı hâlâ sürüyor Batı dünyasında.

MODERNİZM ÖLDÜ MÜ?

Postmodernizm adı ile ünlenen bu neoliberal saldırı, modernizmin ölümünü ilan etti. Solun modernizmin ölümünü değil yenilenmesini öngören çabası karşısında yeniden atağa geçti. Krizlerin bunalımların üstesinden gelemeyen kapitalizm, neoliberalizmin sefaletini, postmodernizmin yetersizliğini görüyor; bu nedenle de varlık yokluk meselesini baskıcı yöntemlerle, otokratik yönetimlerle aşmaya çabalıyor. Modernizme saldırı yine eskiden olduğu gibi metafiziğe sarılma, dinsel tarikatlara alan açma, bilimsel gelişmeyi bu yönde manipüle etme çabası olarak ortaya çıkıyor.

Bilimin dine, metafiziğe karşı zaferi aydınlanma, kapitalizmin feodalizmi tasfiyesi, kilisenin etkisinin kırılması ile birlikte eş zamanlı ve uyumluydu. Kapitalizm gelişecekse bu ancak aydınlanmanın modernitenin bilimin gelişimine paralel olabilirdi. Ama bir yere kadar. Bir sömürü düzeni olan kapitalizmin, sekülarizm-laiklik, gelişme potansiyelini içinde taşıyan demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü ve çevrenin tahribine karşı çıkışla zenginleşen modernizmle yol arkadaşlığı ne kadar sürebilirdi ki. Kapitalizmin bilimle ilişkisi de son yüzyılda hep savaşa, tüketime ayarlı, sistemin, günümüzün moda sözcüğü ile “bekasına” angaje bir ilişki oldu. Ama bilimin kendi diyalektiği, gelişme çizgisinin bağımsızlığı karşısında kapitalizmin eli kolu bağlıdır. Zaten bu nedenle de modernizmin eskidiği bittiği, yerini postmodernizme terk ettiği, yeni dönemin “post truth” çağı olduğu, gerçeğin yerini algıya bıraktığı, metafiziğe kapı açıldığı propagandası bu nedenle yükseldi. Bilimin, birikimden ve kuşkudan güç alan gelişme çizgisi yerine, gelişmeye herhangi bir katkı sunmayan “yanlışlanabilirlik” tezi hâkim kılınmaya, devrimci materyalizmle, diyalektikle ilişkisi kopartılmaya çalışıldı. Şimdi de bilimi sanayinin uysal bir fonksiyonuna dönüştürmek istiyorlar.

Gözünü kulağını hep Fransa’ya çevirmiş, gelişmeleri hep bir adım geriden izleyen aydınlarımız “büyük anlatılara” düşman entelektüellerde takılıp kaldılar. Çeviri furyası düşünce tembelliği ile birleşince aktarmacılık öne çıktı. Fransa’daki 68 isyanını tek yönlü değerlendiren aydınlarımız, Türkiye’deki 68 isyanının farkını, 15-16 Haziranla akrabalığını, Geziye doğru ilerleyen halka dönük yüzünü görmek istemediler. Ama bu dönem sona eriyor. Modernizmin krizi bir başka açıdan tartışılıyor artık. Onun burjuva ideolojisi ile çelişkisi gün yüzüne çıktıkça, modernizme saldırının kofluğu, ikame edilmeye çalışılan postmodernizmin hiç bir şey söylemeyen, salt bir söylemden ibaret, kendini imha eden özü anlaşıldıkça modernizm eleştirisi de, geleceğe dönük, ufku açık, verimli bir eleştiriye dönüşüyor.

***

Modernizm ölmüyor yenileniyor, gerileyen burjuva ideolojisi ile ilişkilerini kopartıyor, sosyalizmin özgürlük ve demokrasinin buzkıranı oluyor. Bir kere daha bilimsel gelişme ile modernizmin ilişkisi daha sağlam bir şekilde kuruluyor

Kapitalizmin bilimi manipüle etme çabası sürdükçe bilim ile çelişkisi de derinleşiyor; bilimin metafiziğe teslim olmayacağı anlaşıldıkça modernite de zincirlerinden kurtuluyor.

Bu yüzyılın sonraki yüzyıla armağanı, çağdaşlık demek olan sekülarizmin, laik aydınlanmanın, hurafeye, metafiziğe, onlardan medet uman tükenmiş burjuva ideolojisine üstün gelmesi, sosyalizmin zaferini ilan etmesi olacaktır.