Yerkürenin farklı noktalarında yer alsalar da Arjantin ve Türkiye birbirine çok benziyor. Acılar, darbeler, yakınlarını arayanlar. Acıları hiçbir şey telafi edemez ama Ni Olvida Ni Perdon yani Asla Affetme Asla Unutma mottosu işe yaramış. Buenos Airesliler şehirleri için Latin Amerika’nın Paris’i diyor. Ama şehrin genel havası bana kalırsa daha çok İtalya’daki Napoli’ye ve Trieste’ye benziyor. Şu an yaşayanların yüzde 60’ının ataları zaten İtalyan.

Gümüş ülkesine yolculuk

Dr. Yasemin Manavbaşı

“Aa hep görmek istediğimi bir yer Arjantin.”

“Benziyoruz orayla değil mi? Sanki kaderlerimiz ortak.”

Bir ay geçirmek üzere İstanbul’dan Buenos Aires’e gidiyorum dediğimde aldığım tepkiler bunlardı. İki yıl evden çıkmamayı bir şekilde dengelemem lazımdı, seçeneğimi Arjantin’den yana kullanmıştım.

Buraya geldiğimde ise İstanbul’dan olduğumu duyan herkes istisnasız geniş bir gülümsemeyle “Aaaa harika, ben de hep gitmek istemişimdir. İstanbul, boğaz, Aya Sofya çok güzel çok güzel” diye bana gezi planlarını saymaya başladı.

Avrupa’da Kuzey Amerika’da pek çok yer gezdim, hiçbir zaman Türk olmanın bu kadar neşeyle karşılandığı bir şehirde olmamıştım. Keyifliymiş.

Gelir gelmez İspanyolca derslerine başlamak istedim, Jazmin Natour’la tanışmamız bu vesileyle oldu. Buenos Aires’in Kadıköy’ü diyebileceğimiz yabancıların da çoğunlukla tercih ettiği, ulu ağaçlarla çevrili caddeleriyle Palermo Soho’da ortak bir çalışma alanında buluştuk. Günlük hayatta işime yarayacak üç beş cümle öğrenirim diye oturduğum masadan 2,5 saat sonra kucağımda koskoca bir hikâyeyle kalktım.

70’lerin sonunda birbirine hem enlem hem de boylam olarak tam ters iki farklı ülkede dünyaya gelmişiz. Farklı coğrafyalarda açan aynı çiçeğin adını taşıyoruz. Konuştukça aramızdaki benzerlikler bizi hem şaşırttı hem de yaklaştırdı. Ama daha etkileyici olanı Jazmin’in Türk Dizi’leri sayesinde baştan aşağı değişen hayatıydı.

BUENOS AİRES’TE BAŞLAYAN HİKÂYE

Jazmin, Türk bir anneden ve Filistinli bir babadan Arjantin’de doğmuş. 20 yaşına kadar Buenos Aires’te yaşamış. Bu çeşitlilik içinde Türkiye’ye ait çok tarafı var, ben Türk’üm diyor. 80’li 90’lı yıllarda tatillerde geldiği İstanbul’u arkadaşlarıyla paylaşmaya, anlatmaya çalışmış. Ama anne memleketi Türkiye’yi anlatamıyordum diyor. “Ne kadar uğraştıysam da olmadı. Tepkiler hep aynıydı; Çok uzak orası, tam olarak nerede ki? Çöl mü var orada? Deveye mi biniyorsunuz… vb.” Artık bir noktada insanlara tek tek aynı şeyleri anlatmaktan aynı sorulara benzer cevaplar vermekten bıkmış.

“Çok mutlu olduğum evime yabancı hissetmeme sebep oluyordu. Onlarla paylaşamadığım bir gerçeğim vardı” diye ekliyor. 1998'de Jazmin’in babası Arjantin’e gelecek olan ekonomik krizi ön gördüğü için daha iyi bir geleceğe doğru ailesiyle ülkeden ayrılma kararı alıyor Bir müddet Almanya’yı deniyorlar. Ama hemen vazgeçip annesinin memleketi İstanbul’a geliyorlar. Evet, Türkiye’de de kriz yaşandı ama babam doğru öngörmüş, 2001 krizi Arjantin’i feci sarstı diyor.

Önce Türkçe dersleri alıyor ve ardından mimarlık okuyor. Artık başka dili konuşarak bir yaşam sürüyor olsa da kendini var etme mücadelesi aynı şekilde İstanbul’da da devam ediyor.

“Bu sefer de İstanbul’da Arjantin deyince korkunç görüntüler geliyordu insanların gözlerine” diyor. “Fakirlik, pislik içinde geri kalmış bir ülke, yolda inekleri kesip eve götüren yerliler gibi görüntüler. Ne kadar anlattımsa doğduğum şehrin güzelliğine kimse ikna olmadı.” Yani Jazmin için bir zenginlik olan bu çok kültürlülük, önceleri nereye gitse bir yanını eksik, yarım hissetmesine sebep oluyor.

BİR GÜN ANSIZIN GELEN O TELEFON

Sene 2015’i bulduğunda artık iyice İstanbul’a yerleşmişken Jazmin sürpriz bir telefon alıyor.

O tarihte Bin Bir Gece dizisi Arjantin televizyonlarında yayınlanmaya başlamış ve reytingleri altüst etmiş. Arjantinliler Türkiye’yle ve Türk oyuncularla ilgili daha çoğunu merak etmeye başlamışlar. İşte bu noktada Jazmin’den çevirmenlik yapmasını istiyorlar. Çünkü kendisi iki kültüre de hâkim.

Eskiden “Türkiye de neresi, çöl mü?” diyenler artık bıkıp usanmadan bizi öğrenmek için Jazmin’e sorular soruyorlar. Önce diziler, ardından dizi oyuncuları, sonra kültürümüzü ve son olarak da Türkçe ilgilerini çekiyor.

Türk dizileri sayesinde milyonların oturma odalarına prime timedan girip canlı yayında ülkeyi tanıttım diyor, sonunda sesini duyurabilmiş olmanın keyfiyle.

Arjantin nüfusun yüzde 60’nın kökeni İtalyan. Şehri kuranlar zaten İspanyol. Anadilleri de İspanyolca. Dolayısıyla bir Arjantinlinin eski kıtaya dair merakının başında İtalya ve İspanya gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Garip olan hemen arkasından gelen turizm seçeneğinin Türkiye olması.

Bu ilgiyi ben de bizzat deneyimledim. Sohbet ettiğim Arjantinliler içinde İstanbul’dan geldiğimi duyduğunda geniş bir gülümseme eşliğinde “Ooo harika çok merak ediyorum İstanbul’u. İlk fırsatta Türkiye’yi görmek istiyorum” demeyen neredeyse yok gibiydi.

gumus-ulkesine-yolculuk-1027501-1.

CUNTA, KAYBEDİLENLER VE PERŞEMBE ANNELERİ

Ne yazık ki insanlık mutluluktan değil acıdan öğrenerek ilerleyebiliyor. Bu da Arjantin tarihinin en acı hikayesi. 20. yy boyunca Arjantin’de altı tane askeri darbe yaşanıyor. 1976’da Isabel Peron’un devrilmesiyle başlayan darbe dönemi en travmatik olanı ve 1983’e kadar uzuyor.

Adına “Ulusal Yeniden Yapılanma Süreci” denen bu yıllar içinde amaç komünizmi ortadan kaldırmak. Kirli savaş da denen bu süreçte kolluk kuvvetleri, şiddeti ve sistematik işkenceyi solu, sol örgütlenmeleri bastırmak amacıyla kullanıyor.
Askerler, polisler, birtakım sağcı gruplar ve Arjantin Antikomünist İttifakı, komünist düşünceyle ilişkili olduğunu düşündükleri herkesi kaçırıp işkence yapıp, yeni isimlere ulaşıp ellerindekileri öldürüyorlar. Yaklaşık 30.000 kişi ortadan kayboluyor yani kaybediliyor. Aileleri geride bırakılarak.

Ve devreye anneler giriyor. Kendi hayatlarını da riske atarak 1977’de hükümet binası önündeki meydanda perşembe günleri toplanmaya başlıyorlar. Adlarını da o meydandan alıyorlar, Plaza del Mayo Anneleri ya da Perşembe Anneleri. Polisin saldırısına maruz kalmadan kaybolan çocuklarının hesabını sorabilmek, seslerini duyurabilmek için zekice bir de çözüm bulmuşlar. Halka oluşturup yavaşça yürüyerek meydanı dönmeye başlıyorlar, çünkü herhangi bir meydanda yavaşça yürümek yasalara aykırı değil. Elbette onların da aralarından kaybolanlar yani kaybedilenler oluyor.

gumus-ulkesine-yolculuk-1027502-1.

KAYBEDİLENLERİN İZİNDEKİ ATHENALAR

Ortadaki anıtın üzerindeki heykel, bugün de orada duran Athena heykeli. Başında miğferi, bir elinde mızrağı, diğer elinde ünlü kalkanı ile tasvir edilmiş Yunan tanrıçalarından Athena. Şehirlerin medeniyetlerin koruyucusu, cesur savaşçıların yareni. Annelerin bu son derece cesur, kararlı idealist eylemlerinin Athena’nın çevresinde hayat bulmasını çok ilham verici çok şairane buldum doğrusu. Bugün aynı meydana gittiğinizde bu cefakâr anneleri görmek için perşembeyi beklemenize gerek yok. Yerdeki beyaz tülbent boyamaları çocukları için adalet nöbetini hiç bırakmadıklarını gösteriyor. Tarihinde acı bir yara açan bu dönemden sonra Arjantin mahkemeleri yaşananlardan sorumlu kişileri insanlığa karşı suç ve devlet terörizmi kapsamında yargılamış. Artık barışmak, bir az olsun geçmişle hesaplaşmak için gösterilen çabalar var.

ASLA AFFETME ASLA UNUTMA

Çekilen acıları hiçbir davranış telafi edemez, ama belli ki Ni Olvida Ni Perdon: Asla Affetme Asla Unutma mottosu işe yaramış. Kavgayı yaratan bilincin üzerine çıkıp belki de bu acı tecrübeden yeni bir gerçeklik, birlikte yaşayabilecekleri bir gerçeklik, yaratmayı başarmışlar. Bugün Arjantin bölünmüşlüğü, düşmanlığı tekrar edip durmaktansa sesini duyurmak isteyen her görüşten insana büyük meydanlarını açıyor. Bu az şey değil. Taksim örneğinden biliyoruz ki bu her milletin gelebildiği bir iç denge değil. Hiç de azımsanacak bir başarı değil.

Umuyorum ki bize de tarihimizde yaşanan acı tecrübeler bu kadarıyla yetsin. Geçmişimizden öğrenmemiz gerekenleri öğrenip gelecek nesillerimizin, çocuklarımızın refahı için sokaklarımızdaki gerginliği sosyal barışa dönüştürmeyi başarabilelim.

HAYAT İNANILMAZ DERECEDE YAVAŞ

Mart başında bu gümüş ülkesine geldim. Malum Argentina İtalyan dilinde “gümüşten” demek. Belli ki Avrupa’dan bu topraklara ilk gelenler gümüşünden etkilenmişler. İstanbul’dayken buraya geleceğimi kime söylesem “aa harika, benim de ilk gitmek istediğim yerlerden biri” dedi. Geldiğimde özelden mesaj atıp, “Nasıl, yaşanır mı orda? “ diye nabız yoklayanlar bol. Belli ki onlar bizi biz onları merak ediyoruz. “Bir Latin ülkesiyle ne kadar birbirimize benziyor olabiliriz ki?” sorusunun peşine düştüm. İstanbul’dan sonra hayat burada inanılmaz derecede yavaş. Kapitalizmin bir gerekliliği olan rekabet ve gelecek için çalışmak mayası burada pek tutmamış. Havada bizdekine benzer bir hırs ve yarışma havası yok. Onun yerine bulutsuz güneşli havalar var. Bir kere gökyüzü hep masmavi, aynı Arjantin bayrağında olduğu gibi. Ve güneş de ha keza bayraktakinin tıpkısının aynısı. Yani havalar pek güzel. İnsana hep dışarlarda dolaşma aylaklık yapma isteği veren cinsten. Zaten şehrin adı da bu. Buenos Aires kelimenin tam anlamıyla çevirirsek “Güzel Havalar” demek. Kısa sürede Latin ruhu beni hemen ele geçirdi. İstanbul’da tıkır tıkır bir günde pek çok işi halleden ben burada kahvaltıyı 11:00’de yapmaya başladım. Haritada Neredeyiz, Bilinç Olarak Neredeyiz? Türkiye olarak sıklıkla yüzleştiğimiz bir harita mevzusu var. Herkes coğrafi olarak bizi başka kıtaya koyuyor. Kimi zaman Avrupa’ya bağlıyız. Çoğu zaman Ortadoğu departmanındayız. Bazen Asya ülkeleri listesinde bile girdiğimiz oldu. Kafalar da net değil. Avrupalı mıyız, Ortadoğulu muyuz, Asyalı mıyız? Benzer kafa karışıklığını Buenos Aireste’de gördüm. Arjantin, ya da Buenos Aires aslında nereli?

gumus-ulkesine-yolculuk-1027500-1.

KENDİNİ AVRUPALI SANAN LATİN ÜLKESİ

Buenos Aires kendisine Latin Amerika’nın Paris’i diyor. Evet, Arjantin bir zamanlar dünyanın en zengin ülkelerinden biriyken, yani 19. yy başlarında Avrupa’dan pek çok mimar ve sanatçı getirtip Paris’tekine benzer binalar, eserler yaptırmış. Merkezdeki Recoleta Bölgesi’nde gezerken kişi kendini Paris’te sanabilir. Ama şehrin genel havası bana kalırsa daha çok Napoli’ye ve Trieste’ye benziyor. Şu an yaşayanların yüzde 60’ının ataları zaten İtalyan. Caddeler, sokaklar, kaldırımlardan referansla Buenos Aires medeniyetin doruğunda bir Avrupa şehri izlenimi veriyor. Izgara düzen cadde planlaması geniş ve alçak kaldırımlarla taçlandırılmış ve yaya geçitlerinin hepsi de engelsiz ulaşıma uygun olarak eğimli. İnsan bir yaya olarak kendini çok değerli hissediyor. Bir zamanlar Arjantin dünyanın sayılı zengin ülkelerinden biriymiş. Bir ülkenin zenginliğin bu derece kaybı konusu ekonomistlerin “Arjantin Paradoksu” denen üzerine araştırma yaptıkları özel bir alan haline gelmiş. Bugün Arjantin’in adı ekonomik krizle birlikte anılıyor. Bu açıdan her milletin örnek alması gereken acıklı bir hikâye Arjantin’deki.

Bugün şehirde suç oranı oldukça yüksek, merkeze çevredeki favelalarda bambaşka bir hayat var.
Zengin ataların fakir torunlarının şehrinin bu yönüyle asla Avrupa’ya benzemediğini söyleyebilirim.