Gün doğarken ufukta

Nedense çok önemsenen, önceden hazırlığı yapılan, belli bir programı olan ve de neredeyse eğlenilmesi zorunlu olan özel günleri ve geceleri hiç sevmem. Gitmek zorunda kaldıysam kendimi hep yabancı gibi hisseder, bir yaban gibi kıyılara köşelere kaçarım. Eğer oğlum Serhan hayatta olsaydı bu pazar günü -27 Şubat- 40 yaşına basacaktı. Keşke yaşasaydı da ona en sürprizli en güzel doğum günü partisini hazırlasaydım.

Beraber gitar çalsak, şarkılar söylesek, hiç beceremediğimiz için varacağı en son nokta komiklik olacak danslara girişseydik. Pastasını üflerken bizim için de dilekler tutmasını bekleyerek gecenin sonunda kafaları bulmuş bir şekilde birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi söyleyerek, sırtımıza vurarak ve sarılarak ayrılsaydık. Olmadı. Olamadı… Ne yazık ki 2008 yılında kaybettik Serhan’ı…


Hepimizin hayatında kayıplar var. Ve her birimiz bu kayıplarla farklı şekillerde başa çıkma yollarını deniyoruz. Bu travmayı maneviyatla çözmeye çalışanlar, içkiye, uyuşturucuya sarılanlar, inzivaya çekilenler, hiçbir şey olmamış gibi davrananlar var. Bazen düşünüyorum da zaten yaşadığımız bu çağ, iyi insanların kolaylıkla uyum sağlayabileceği bir çağ değil.

FENOMENLER ÇAĞI

Şiddet, kavga, öfke, nefret ve bencilliğin yüceltildiği, ölümün kanıksandığı, şefkatin, merhametin, sevginin, paylaşmanın zayıflık olarak görüldüğü bir dönem ne yazık ki 2000’ler. İnternet sayesinde -yüzünden mi demeli- eskiden pek de farkında olmadığımız zaten buna gerek de olmayan uluorta paylaşılan hayatlar, çekilen diziler, söylenen şarkılar, fenomenler ve onları izleyerek, beğenerek var olmalarını sağlayan milyonlarca meraklı takipçi var. Fenomeni özellikle seçtim. Özgeçmişinde fenomen yazan insanlar var. Ne yaptıkları ne ettikleri, bize, topluma ve yaşama ne kattıkları belli olmayan. Önemli olmayan. Var olmayan… Eskiden müzisyenlere gazino, bar patronları sorardı ‘Kaç masanız var?’ diye. Şimdilerde ise -ki yakinen şahidim- kaç takipçimiz var ona bakıyor, ona göre karar veriyor organizatörler, mekân sahipleri, yapımcılar…

İKİ USTAYA SIĞINIRIM

Hulki Aktunç’un kitabı ne güzeldir. ‘Bir Çağ Yangını’. Aslında ne güzeldi diye mi yazmam gerekir diye düşündüm bir an. Ama hayır… Bu kitap, yazarı hayattayken de çok güzeldi şimdi de çok güzel. Yarın da yeni ve genç okurlar için çok güzel olacak. Bizim ya da yazarının hayatta olup olmaması bu kitabın değerini değiştirmeyecek. Aynı şey Serhan için de geçerli. Onun hayatta olup olmaması bize ifade ettiği, yaşamımıza kattığı anlamı değiştirmeyecek. Bu özel zamanlarda iki önemli ustaya sığınırım hep. Biri öğrencisi olmaktan, tanımaktan gurur duyduğum çok ama çok özel usta… Timur Selçuk. Sağ olsun bana taziyeye geldiğinde, “Dokunmadan sevmeyi öğreneceksin” demişti. Öyle de oldu. Ardından bir dönem komşum da olan felsefeci, yazar ve akademisyen Oruç Aruoba’nın ‘De Ki İşte’ kitabından. Serhan’ın altını çizdiği satırlar… “Ölümle sona eren, yaşamın kendisidir, anlamı değil. Kişi, ölümün yok edemediğidir. Kişi, ölümden sonra da yaşayandır” dizeleri…

Yıllar önce Nietzsche, “Müziksiz Hayat Hatadır” demişti. Ben de ondan alıntılayarak “Umutsuz Hayat Hatadır” diyorum ve de pek bilinmeyen Grup Gündoğarken ismine esin kaynağı olan Gökhan Şeşen’in Gün doğarken şarkısının sözlerini paylaşıyorum. Umut için… Umudumuz için…
Gün doğarken ufukta/Yeni bir can taşır elinde/Gün doğarken ufukta/Canlanır umutlar yeniden/Karanlığın derin sırrı/Unutulur gider/Gün doğarken ufukta canlanır/Umutlar yeniden…