‘Günah benim kime ne’

12. gün, Türkiye’nin tamam mı devam mı diyeceği gün... Totem yapmadan olmaz, bu sefer Eskişehirspor forması giymiyorum. Stadyumda Eskişehirspor’un yeni (ve aynı zamanda eski) başkanı Halil Ünal ile karşılaşacağımı bilmezdim tabi. Lens’e giden treni beklerken tanıştığım Çek gazeteciyle ayaküstü sohbet ediyoruz. Maçın berabere bitmemesi üzerine uzlaşarak ayrılıyoruz.

Öğleden sonra Lens’e varıyorum. Küçük, sakin ve huzurlu bir şehir. Nüfusu 32663. Yirmi dakikalık yürüme mesafesinde olan Stade Bollaert-Delelis’in kapasitesi ise 38223. BirGün Gazetesi yazarlarından Ziya Adnan’dan Ligue 2’de orta sıralarda mücadele eden şehrin takımı RC Lens’in geçtiğimiz sezon seyirci ortalamasının 27.000 olduğunu öğreniyorum.

Kadıköy’den daha küçük olan bu huzurlu ve sevimli şehrin nüfusundan fazla misafiri var. Sokaklarda Türk taraftarların sayısı Çekler’den fazla. Henüz tribünlerde de öyle olacağını bilmiyorum. Türklerin kendi aralarında Ramazan’da içki içme tartışması duysam da C grubu maçlarına yetişmek için oyalanmadan devam ediyorum yoluma, Nesimi’nin sözlerini mırıldanarak; “Sofular haram demişler, bu aşkın şarabına / ben doldurur ben içerim, günah benim kime ne”

Keyifli bir yürüyüş parkurunun sonunda stadyuma ulaşıyorum ve hemen Medya Merkezi’ne gidip iki maçı da aynı anda izlemeye başlıyorum. Ukrayna, Polonya karşısında iyi oynuyor. Derken Almanya – Kuzey İrlanda maçında Gomez’in golü geliyor. Polonya öne geçtikten sonra Ziya Ağabey ile sadece Almanya - Kuzey İrlanda karşılaşmasını izliyoruz. Almanların daha çok gol atmasını dilesek de tek farklı galibiyet geliyor. Bütün olasılıkları konuşuyoruz. Kuzey İrlanda’yı da altımıza alıp işi bu geceden bitirmek için 4 gol gerekecek. Ben biraz daha idmanlıyım ama benim için bile Avrupa Şampiyonası’nın yeni formatı kafa karıştırıcı.

Ve kadrolar açıklanıyor. Fatih Terim İspanya maçındaki 11’den üç değişiklik yaparak Oğuzhan Özyakup, Hakan Çalhanoğlu ve Caner Erkin’in yerine Volkan Şen, Emre Mor ve İsmail Köybaşı ile başlıyor maça. Çek’lerde de değişiklik var. Ligimizin topçuları Sivok, Necid ve Pavelka üçlüsü ilk kez aynı anda sahada.

Tribünlerin neredeyse tamamı Türk taraftarlardan oluşuyor. Çek’lere ayrılan kısımlara bile önemli sayıda sızma olmuş. Taraftarlar maç öncesinde Arda’nın gönlünü almaya çalışıyor. Maç başlıyor, takım da taraftarlar gibi üzerindeki ölü toprağını atmış gözüküyor. Golü erken bulup rahatlıyoruz. Çekler artık saldırmak zorunda, arkada derin boşluklar bulacağız. Golü atan Burak 31 yaşında ve ilk kez büyük bir turnuvaya katılıyor. Eski günlerini hatırlatan bir performans sergiliyor. Gol pasını veren Emre Mor 18 yaşında. O da ilk kez bir büyük turnuvaya katılıyor. Maç boyunca hepimizi büyülüyor. Golden sonra oyun basketbol gibi oynanıyor. Top bir o kalede, bir bu kalede... Çekler her atağa çıktıklarında tehlike yaratıyorlar ama hem Volkan Babacan gününde hem de şans yanımızda. Bizimkiler de son paslarda doğru tercihleri yapabilseler belki Kuzey İrlanda’yı da altımıza alıp orada rahatlayacağız. Ziya Ağabey ile Ozan Tufan’ı o kadar eleştirdik ki ikinci goldeki doğru vuruşu sadece Cech’i değil bizi de çaresiz bırakıyor.


Maç sonu basın toplantısına giderken Hırvatların da İspanya’yı 2-1 yenerek grup lideri olduğunu öğreniyoruz. Basın toplantısına önce Burak sonra da Terim geliyor. Burak hakkında yazılanları “bana sormadınız ki” diyerek yalanlıyor. Çok zor dönemler atlattığını, neler yaşadığını sadece kendisinin bileceğini, son 3 aydır bu turnuva için iki özel fizyoterapistle çalıştığını söylüyor. Oturmasından, kalkmasından, konuşmasından gol atarak özgüvenini geri kazandığını hissediyor ve onun adına umutlanıyorum.

Fatih Terim kaybettiğimiz takım olma özelliğimizi geri kazandığımızı, grubu lider bitiren Hırvatlar konusunda haklı çıktığını, takım içindeki sorunları maç sabahı itibariyle çözdüklerini ve bir sürü “ben” kokan şeyler daha söyledi. Bir İngiliz gazetecinin yeni formatın karmaşıklığı ve belirsizliğinden dem vurarak bir tarih profesörüyle sorununuz olduğunu duydum, bütün bu hesaplamalara bakınca yarın akşam matematikçilerle de sorun yaşayabilir misiniz mealindeki sorusu salonda gülüşmelere neden olup ortamı yumuşatsa da Terim son soruyu soran TRT muhabirine ayar vererek toplantıyı gerginliği geri çağırarak bitirdi.

Türkiye’nin futbol takımı ülkenin kendisine ne kadar birbirine benziyor değil mi? Ya siyah ya beyaz. Ya iyi ya kötü. Kaos, kargaşa, gerginlik... Yumurtanın kapıya dayanması diye deyimi olan bir toplumun ulusal takımının hep işini son maça bırakmasından şikâyet etmeye hakkı var mı? Sürekli medyayı düşmanlaştırarak yarattığı gerginlikten motivasyon unsurları çıkararak başarıyı yakalayanların da bu yöntemin sonsuza kadar işe yaramayacağını bilmesi gerekir. Birileriyle turnuvadan sonra hesaplaşacağını söylemek de ne bir teknik direktöre ne de bir takım kaptanına yakışıyor. Kaldı ki bu ve buna benzer hareketler, eleştirmek ile hakaret etmek arasındaki farkı bilemeyen ya da umursamayanlara prim yaptırıyor ve emsallerine örnek olarak sayılarının artmasını sağlıyor.

Akşam Lille’e otelime geri döndüğümde UEFA’nın karmaşık tablosu içerisinde biraz zaman geçirince eğer tur atlarsak Fransa ile eşleşme ihtimalimiz olmadığını fark ediyorum. Yani E ve F grubunda sonuçlar istediğimiz gibi olursa Galler ile oynayacağız. Bale ve arkadaşları turnuvanın iyi takımlarından olsa da grup birincileri arasında en elenebilir takım olarak gözüküyor. Üstelik İspanya, Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi kupa favorileri yolun karşı tarafında kalıyor. Yani finale giden yolda karşılaşacağımız rakipler muhtemelen Galler, Belçika ve Hırvatistan olacak.