Bana yazdığın mektuplardan bir tanesinde şiir zulanı yanında götürmediğinden dem vuruyordun. Şiiri o sonsuz kuyu olan internetten...

Can’ım, bir öğle rakısına
birlikte ekmek banacağım arkadaşım,

Bana yazdığın mektuplardan bir tanesinde şiir zulanı yanında götürmediğinden dem vuruyordun. Şiiri o sonsuz kuyu olan internetten okumanın haz vermediğini de kelâmlarına ekliyordun. İstanbul ağrının tam da can acıttığı anlarda şöyle bir “Delikanlım/ iyi bak yıldızlara/ onları belki bir daha göremezsin” diye haykırmak istesen sayfalarını çevireceğin Nâzım kitabın yok. Ya da ne bileyim ayağa kalkıp, elini –sanki varmışçasına– sevgiline doğru uzatarak “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git!” diye sert bir çıkış yapsan, ardından yumuşasan ve “Ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin” diyecek olsan Cemal Süreya’nın kulakları çınlayacak, ama kütüphanen bomboş. Oldu mu a çocuk? Her şey unutulur da şiir kitapları almadan çıkılır mı evden? İstanbul ağrısına en iyi “ağrı kesici”dir şiirler bilmez misin? 
Seninle herhalde şairlerden en çok Attila İlhan üzerine konuşmuşuzdur. Hele şairin ölümünden aylar sonra, zamansız ölümlere kafayı takan bizler için “ne kadar da zamanında gitti, değil mi?” dediğini hatırlıyorum. Bugün daha da hak veriyorum, tam zamanında gitti, tam zamanında! Şimdi sen o konuşmalarımızı hatırlasan ve “gözlerin gözlerime değince/ felâketim olurdu ağlardım/ beni sevmiyordun bilirdim/ bir sevdiğin vardı duyardım” diye başlayıp “Üçüncü Şahsın Şiiri”ni okumak istesen tek bir sayfa yok değil mi eline alacağın? Şöyle, pencerenin yanına ilişip de okuyacağın tek bir Attila İlhan olmaması ne kötü… Aşkolsun sana a çocuk!
• • •
Hep şiir konuşmuyorduk seninle elbette. Siyaset de, memleket meseleleri de, futbol da konuşuyorduk. Hani sen şiir zulanı unutmuşsun ya, bu memleketten gittikten sonra olanları da unutma, her daim hatırla diye bazı şeyleri yeniden hatırlatayım dedim bu mektupta. 
Mesela Hrant Dink cinayetinin davası aynı seyirde “süratle” ilerliyor. Dördüncü celse yarın görülecek. Bakalım bir sonraki erteleniş hangi tarihe olacak. O beyaz takkelinin azmettiricisi Yasin Hayal, Dink ailesine pis bir gülücük daha atacak mı göreceğiz… 
Emine Aslan, Desa önünde direnmeye devam ediyor. Kar kış demeden, yağmur çamura aldanmadan işine geri döneceği günü bekliyor Emine Abla. 
Bir grev de geçtiğimiz günlerde medya çalışanlarınca başlatıldı. ATV–Sabah emekçilerinin direnişi sürüyor. Her gün yapılan dayanışma ziyaretleriyle direniş daha da güçleniyor. 
Pippa Bacca olayını hatırlıyorsundur. ‘Barış’a dikkat çekmek için Milano’dan başlayan ve Filistin’de son bulacak yolculuğuna “Barış Gelini” adını vermişti Bacca. Yolculuğun Türkiye bölümünde beyaz gelinlikli Bacca Kocaeli’de tecavüz edildikten sonra boğularak öldürülmüştü. Olaydan hemen sonra yakalanan ve suçunu kabul eden zanlı, geçtiğimiz günlerde “Üç kişi aracımı sıkıştırdı. Araçtan indikten sonra ensemde bir acı hissettim, uyandığımda maktul çıplak vaziyette yatıyordu ve ben de yanındaydım. Korktum ve cesedi çalılara attım” gibi bir açıklama yapıyor. Yaa inanılır gibi değil deme, oralarda böyle gündem bulamazsın, bak daha bitmedi. Tacizci yazar Hüseyin Üzmez’in geçenlerde mahkemesi vardı. Tabii beraat etti. Mahkeme çıkışında bir grup “avrat” (!) ise Üzmez’e şemsiye ile vurdu. Üzmez de hemen dava açtı. Ardından “işim gücüm var, avratlarla uğraşamam” deyip davayı geri çekti. Nasıl ama… 
Ha bir de Tayyip Erdoğan’ın icraatları ve söylemleri var ki nefis!.. Başbakan sosyal devletin tanımını yeniden inşa edip valilik tarafından Tunceli’de beyaz eşya dağıtımını “sosyal devletin gereği”dir diyerek savunuyor. Ardından yüzde 47 yetmemiş olacak ki “daha fazla, daha fazla” diyerek ağzının suları aka aka, halkın pek ciddiye almadığı Diyarbakır “mitingi”nde kendince gövde gösterisi yapıp “sosyal devletin tanımını bilmeyenler, bir de sosyal demokratız diyorlar, bir de solcu olacaklar” diye buyuruveriyor. Biz otobüse binemezken, oğlu “gemi” sahibi olan bir başbakanımız var. Sosyal devlet anlayışı da haliyle farklı olacak… Anlıyoruz biz onu ve gülüyoruz, değil mi? 
Neyse, biter mi bu memlekette gündem, bitmez… Ama bitsin, yoksa bu mektup da bitmez, bu sütun da yetmez… Bitti!